9 Nisan 2012 Pazartesi

OBSESİF BAŞARI

    
 HASTALIKLI BİR ÜLKENİN İŞLERİNİ, YİNE HASTALIKLI KİŞİLER DÜZELTEBİLİR
 
      Sözlük anlamıyla obsesyon, her ne kadar basitçe tutku demekse de; kara kaplı  kitaplar obsesif nevrozu, takıntılı bir hastalık diye işaretler.
      Takıntı ki, ne takıntı; yaşaması da, anlatması da kolay değil. Bazı obsesifler; durmadan elini yıkarken, bazıları da ''kabir azabı'' gibi habire kapıyı, pencereyi ya da ocağı kontrol eder. Bir grubu da vardır ki, iş tutkunu, düzen meraklısıdır. İşlerin yarına kalması, saatinde randevuya gelinmemesi, ödemelerin yapılamaması ya da hedeflere ulaşılamaması, onları uykusuz bırakacak sıradan olaylardır.  
      Bu kişiler için para kazanılması, ikinci derecede önemlidir. Daha önde olan ise, bütün işlerin pürüzsüz biçimde halledilerek kafada takıntı kalmaması, böylece geçici de olsa bir ruh huzuruna ulaşılmasıdır. Bir damla huzura ulaşmak için, çekilen onca yük!. Eski çağın Tanrı'ları Sisifos'u, bir ömür boyunca, durmadan aşağıya düşen bir taşı, yeniden tepeye yuvarlamakla cezalandırmışlardı.  Bizim Tanrımız da, günümüz Sisifos'ları obsesiflere, kafada takıntı yuvarlama cezası vermemiştir umarım!.
      Ruh huzuru için de olsa, işleri pürüzsüz sonuçlandırmak, sonuçta o kişiyi, herşeyin kaos olduğu bizim gibi ülkelerde, çevresine göre başarılı kılar. Düzen olmadan, sistem olmaz, sistem olmadan da iş olmaz. O yüzden kaotik ülkelerde; hiç olmazsa kendi etrafında, lokal bir düzen oluşturabilen ve bunu ısrarla koruyabilen insanlara, hayati derecede gereksinim vardır. Obsesifler düzeni mükemmele yakın derecede sağlar. Yaratıcılıkları yoktur, çoğu onca başarıya rağmen, ortalama bir zekaya sahiptir. Ama kendilerini sakatlarcasına yaptıkları iş takipçiliği, bütün kilit mevkilere yerleşmelerine neden olur.
      Diyelim ki market sahibisiniz, kasaya kimi oturtursunuz?. Tabi ki dürüst bir obsesifi. Çok özendiniz, bir şirket kurdunuz, pazarlama müdürü olarak kimi atarsınız. Şüphesiz, mal satmayı takıntı haline getirmiş bir obsesifi.
      Babadan kalma  bir dükkanınız var, kime kiraya verirsiniz?. Az kira ödese de, illa ki elektrik, su paralarını takıp gitmeyecek dürüst bir obsesife.
      Hastalıklı ülkenin işlerini, yine hastalıklı kişiler düzeltebilir. Nasıl derseniz, şöyle söylemek isterim: Azgelişmiş toplumlar, kurnazların peşinde sürüklenerek sonunda, bir insan çölüne dönüşür ve bu çölde vaha olarak  yalnızca hastalar kalır.
      Tanrı'nın dudak büktüğü çarpık bir ülkenin insanları, neredeyse mutasyon geçirmişçesine, başkalaşır, normalin dışına ayrışırlar. Başkalaşmış insanlar; bu sakat sistemin baş aktörüdürler ve işler, bu çarpık insanlar olmadan gerçekten yürümez olur. Onlar tepelere tırmandıkça, az çok sağlıklı kalmış ötekiler de başkalaşmaya özenmeye, ötekileri taklit ederek kendilerini bozmaya başlarlar. Gençler sistemde yer kapmak, tepedekileri yerinden etmek için, daha da başkalaşmaya azimlenir. En çok başkalaşan en tepeye çıktıkça, başkalaşım uç noktaya varır ve sonunda topluca insan kılığından çıkılır. Ortada, katiller, rüşvetçiler, çığırtkanlar, sakatlık derecesinde benciller, güç düşkünleri, sapıklar, kendine aşıklar, sinsi pay kapıcılar  ve hastalardan başka kimse kalmaz. Bu durumda, sade insanlar kendini kime emanet etmelidir?.  Evet toplumda güvenilir ve emanet olunacak kişi olarak; ne yazık ki hastalar ve özellikle de obsesif hastalar kalmıştır. 
      Öneriyorum; ardında perişan alanlar bırakmış, fevkalade zekilere değil; gelecekte ülkeyi, obsesiflerin yönetimine terkedin. Bütün ülkeyi, bir evin içini düzenler gibi, temizlesinler. Mütevazi, fakat temiz bir yurt olsun burası. Ciddiyim, ülkenin başka çıkışı kalmamıştır.

Alıntı,
Tahir M.Ceylan / Aylak Bilgi

2 yorum:

dayatmalarda kayboluş dedi ki...

son derce doğru bir tespitte bulunmuşsun. ekleyecek tek kelimem yok..

Nini Nileud dedi ki...

çok sevdiğim Hektor'dan, çok ilgilendiğim bir konuda paylaşım...

teşekkürler