24 Nisan 2012 Salı

YOL ARKADAÅžIMIZ YOLLAR

               Geçen hafta salı gecesi yola çıktık, karayolundan otomobille, iki aileydik yani iki çift. Gece yarısından sonra bozkır yolculuÄŸumuz baÅŸladı. Tuz Gölü'nün kenarından geçtiÄŸimizde hava henüz aydınlanmamıştı. Gün aÄŸarırken Aksaray yakınlarındaydık, tanyerini, tüm heybetiyle karşımıza çıkan ve kilometrelerce görüş alanımızdan gitmeyen, zirvesi ve yamaçları karlı muhteÅŸem Hasandağı ile karşıladık. Bozkırın ortasında o kadar güzel bir görünüşü vardı ki, yola çıkmamız üzerinden 6 saat geçmesine raÄŸmen bir anda tüm yorgunluÄŸumuzu unutturdu bize. Koni ÅŸeklinde göğe doÄŸru uzanan karlı zirvesi ve geniÅŸ tabanıyla da bozkıra oturmuÅŸ hali ile 'ben buraların bekçisiyim' der gibi duruyordu....
              Yolda geçen  süreyi de tatilden saydığım için karayolu ile yolculuÄŸu çok seviyorum. Ulukışla'dan itibaren yeni yapılan otobana girdik. Artık Toros'lardaydık. Toros'ların görüntüsü de muhteÅŸem. DaÄŸlar birbirinin üzerinden sıralanmış zirve yarışı yapar gibiler. Herbiri elvan elvan vadilerle bezenmiÅŸler. Renk renk yeÅŸillerini giymiÅŸ uslu uslu oturan daÄŸ kıvrımlarının yanında, soyunmuÅŸ ve tüm çıplaklığıyla onlara kur yapar gibi sanki kollarına alacak bir sevgili bekleyen yüksek zirveler yol boyunca bize eÅŸlik etti. 
Yollar yol arkadaşımız olmuÅŸtu. Pozantı'ya kadar ÅŸimdiye kadar geçmediÄŸim sayıda tünnellerden geçtik arka arkaya. Biri bitiyor biri baÅŸlıyordu. Tünnellerin adı 'kırkgeçit tünelleri' idi. Herbirine, birden baÅŸlayarak numara vermiÅŸler...kırkgeçit 1,  ........2,  .....3, gibi yedi tane kırkgeçit tüneli ve sonuncusu ve sekizincisi Çakıt tüneli. Toros'ların yükseltilerini bu tünellerle aÅŸtıktan sonra, henüz otoban yapılmadan önce tek geçit olan asıl o meÅŸhur "Gülek" boÄŸazını da geçip artık Çukurova'ya doÄŸru alçalarak süzülmeye baÅŸladık. Toros'lar Çukurova'ya iki yerden geçit verirler. Biri Gülek boÄŸazı ki, doÄŸudan geçit verir Tarsus'a baÄŸlar.  DiÄŸeri daha batıdan Karaman üzerinden gelen yolun aÅŸtığı ve batı tarafına Silifke'ye baÄŸlanan ve daHa sert geçiÅŸi olan "Sertavul" geçididir.. 
            GüneÅŸin doÄŸuÅŸunun üzerinden bir kaç saat geçmiÅŸti. Çukurova'ya inmeden Pozantı yakınlarında kahvaltı molası verdik, daha önce de uÄŸrak yaptığımız ve beÄŸendiÄŸimiz bir yerdi. "gezdiÄŸin yerleri anlat, yediÄŸin içtiÄŸin senin olsun" derler, ama ben yine de anlatmadan geçemeyeceÄŸim affınıza sığınarak...Yöre köylülerinin yaptığı peynirlerden, bizim yediÄŸimiz zeytinlere benzemeyen yine o yöre zeytinlerinden, doÄŸal çiçek ballarından, taze tereyağından, kaymaktan, lezzetine doyulmaz domateslerden, biberlerden ve köy ekmeÄŸinden oluÅŸan atom gibi bir kahvaltıydı. Sunulanlar arasında en çok beÄŸendiÄŸim 'deri peyniri' dedikleri peynirdi. Tam olarak tulum peyniri gibi de deÄŸil, eski kaÅŸara benzeyip de eski kaÅŸar gibi de deÄŸil, acılığı olmayan ÅŸahane bir peynirdi. Ä°stanbul'da bulunmayan ve de rastlamadığım türden bir peynirdi.   
Yolculuğumu anlattığım arkadaşımın da dediğin gibi, 'Gidilen yerde her zaman yenileni değil de o yörenin lezzetlerini tatmak' çok kültürlülüğü yaşamanın bir parçası olsa gerek...
            Belen, daÄŸların yamaçlarında ve yüksetilerinde kurulmuÅŸ, Ä°skenderun'a ve Hatay'a geçit veren adını da bu geçitten alan kasaba...Onlara yukarıdan bakan fakat burnu havada olmayan bir yerleÅŸim yeri. Etrafını sayısız vadilerin çevirdiÄŸi bir zirve kasabası. 20 yıl öncesine göre dağınık bir yerleÅŸim olsa da yine de güzel bir yer. Belen, tepelerine kurulmuÅŸ rüzgar santralleri ile de dikkati çeken bir yer. Yenilenebilir enerji kaynağı üreten santrallerin görüntüsü bana eski yel deÄŸirmenlerini hatırlatıyor her zaman. Belen'in güney tarafına geçtiÄŸimizde aÅŸağıda kilometrelerce düz Amik ovası çarpıyor gözümüze. Renk renk ayrılmış, tabaka tabaka yanyana dizilmiÅŸ yırtma yapıştırma resim gibi duruyor... 
            Hatay'a yaklaÅŸtıkça yolculuÄŸun bitiyor olması bende, hedeflediÄŸimiz yere varmış olmanın huzuru ve mutluluÄŸu olarak bir etki yapacakken, tersine varılacak yere yaklaÅŸtıkça onca saattir yolda geçen süreye ve yorgunluÄŸa raÄŸmen tarifsiz ve karşı konulmaz bir burukluÄŸu da beraberinde getirdi. Keyifli bir yolculuÄŸun bıraktığı etki bu olsa gerek. 
Kesinlikle, bitmesini istemeyeceğin aşk gibi bu doğayla, yolla yaşadığın aşkın bitmesini istememek....
Karşı cinsle şimdiye kadar aşk yaşamadığını söyleyen arkadaşıma, hiç böyle bir duygu dahi yaşamadın mı, diye sordum.
O da bana dedi ki: 'Ben her yolculuğumun, her sona eriş evresinde yaşadım, bazen çocuklarıma dönerken vicdan yaptım, çocuklarımdan ayrılırken yine aynı duyguyu yaşadım'.
           "Gidilen yer deÄŸil gitmek önemli demiÅŸti" gençlik yıllarımda izlediÄŸim ve ÅŸimdi adını hatırlamadığım bir filmde Alain Delon. Åžimdiye kadar hiç aşık olmamış arkadaşımı anlatmış bana, bu sözü söylerken. Yani 'sevilen ÅŸey önemli deÄŸil, sevmek önemli.'
AÅŸkın sadece karşı cinse duyulan bir duygu olmadığı, doÄŸada ve düşüncede var olan her ÅŸeye aşık olunabileceÄŸi tezini anlıyorum ve böyle birÅŸeyin olabileceÄŸine inanıyorum, fakat aÅŸkın tanımı için yine de eksik buluyorum.
            Öğle üzeri Hatay'a (Antakya) vardık. Bir yorgunluk kahvesi içtikten sonra dinlenmeye çekildik...Saat 17:00 gibi tekrar ayaÄŸa dikildik. Hatay'ın en güzel yöresel yemeklerinin sunulduÄŸu Anadolu restoranda yiyeceÄŸimiz akÅŸam yemeÄŸine kadar Ortodoks ve Katolik kiliselerini gezdik, daha sonra Antakya'da yaÅŸayan bir grup arkadaÅŸla yenilen içkili akÅŸam yemeÄŸinden sonra ilk günümüzü tamamladık.
             Ä°lk günün yorgunluÄŸunu güzel bir uyku ile üzerimizden attıktan sonra, ertesi günün programına baÅŸladık. Öğleden sonraya kadar ÅŸehir içinde eski Antakya sokaklarını ve evlerini gezdik. Ä°ki insannın yanyana yürüyebileceÄŸi kadar dar sokaklar üzerinde konuÅŸlanmış ve duvarla çevrili evlerin kapısından girince bambaÅŸka bir dünya ile karşılaşıyor insan. Büyük bir avlu ve avluya bakan sıra sıra odalar. Hatay evlerini en büyük özelliÄŸi sekili olmaları. Sekiler, eÄŸer bahçede yemek istemezsen çok da güzel kahve içme, yemek yeme yerleri.  Bahçeye göre üstü kapalı olduÄŸu için otantik bir hava kazandırıyor eve. Bahçenin etrafını bir 'u' ÅŸeklinde saran evin bir ucundan dışa açılan merdivenle üst kata çıkılıyor. Burada da içinde ocağı olan sıra sıra odaları görmek mümkün. DiÄŸer taraftan baÅŸka üslupla yapılmış bir baÅŸka evde dışarıdan caddenin üzerinden dik bir merdivenle çıkılan ve evin içinde üstü açık sahanlıkla karşılaÅŸmak mümkün. Bir nev'i ev içi bahçe diyebileceÄŸiimz bu evlerin yaÅŸam bölümü daha içerilerde ve fakat mutfak bu bahçeye açılır ÅŸekilde planlanmış.Yani insan evindeyken aynı zamanda dışarıda olabiliyor. 
Gezinin ikinci gününün öğleden sonrasına ve üçüncü gününe daha sonra devam etmek üzere, yazıma bugünlük burada son veriyorum.



6 yorum:

dayatmalarda kayboluÅŸ dedi ki...

ne kadar güzel tanımlamışsın.. bir aşığın sevgilisini tasvir edişi gibi olmuş..

Nini Nileud dedi ki...

ne güzel bir seyahat, imrendim.
bir de gerçekten çok güzel canlandırmışsın kelimelerinde, adeta gittim geldim

Yueya dedi ki...

böyle bir tatile ihtiyacım var.

Hektor dedi ki...

Teşekkür ederim DY. Bu tasvirleri, bana bu yazıyı yazmamda katkıları olan arkadaşıma borçluyum.

Hektor dedi ki...

Nini;

Teşekkür ederim, buradan seni de gitmiş gelmiş yapacak kadar güzel canlandırmış olmak büyük mutluluk bana.

Hektor dedi ki...

hily;

ne duruyorsun, durma çık hadi!...