28 Aralık 2013 Cumartesi

YORUMLARIMDAN...



Bu gibi durumlarda kıran kişi, kırılan kişiden özür dilemedikçe, hiçbir şey olmamış gibi kaldığın yerden başlanmıyor. Yaptığı yanına kar kalmış gibi hissediyor insan. O kişi senin, kendisini affettirmesi için yarattığın bu fırsatı geri teperek, senin tabirinle araya zaman girmesine ve köprülerin atılmasına sebep olmuş. Bazı kişiler özür dilerken küçüleceğini sanıyorlar ya da yaptığının özür dilemeyle de düzeltilemeyeceği düşüncesindeler.

Bu filme (Tamam mıyız?) gitmeyi düşünmüyordum. En azından vizyonda olduğu sürece...Bir iki yıl sonra zaten Tv'de karşıma çıkar diye düşünüyordum. Nedeni ise; Çağan Irmak filmlerini çıktığı an izlerseniz ileri gitmez, iki yıl sonra izlerseniz geriye düşmezsiniz. Beni filmi izlemeye iten senin yazın oldu. İzleyince gördüm ki, bu düşüncemde haklıydım. Çağan Irmak, ileri atlarken geri düşen bir yönetmen. Bunu 'babam ve oğlum'da da gördüm, 'ıssız adam'da da. Oyuncular harika. Filmden çıkması gereken sahneler var. İşte o sahneler, Çağan Irmak'ı geri düşüren sahneler. Hiçbir zaman devrimci yönetmen olamayacak.

Normal insan duygulaşımı yönünden bakmak gerekir. Ağlamak, gözü dolmak 'sulugözlülük' değildir. Kendimde de gözlemlediğim yani "senin gibi hisseden", yalnız senden farklı olarak akademik ünvanı olamayan sade bir vatandaş olarak bu etkileşimle ilgili yazmak istedim. Yaşam tiyaro sahnesi gibi oyuncu-seyirci ilişkisi üzerine kurulmuştur. Sinemadan farklı olarak -ki aynı duygusal etkileşim sinemada da yaşanıyor- gerçek yaşamdaki oyuncu seyirci ilişkisi "diri etkileşimdir". Gördüğünüz ya da etkileşim kurduğunuz ve orada olsaydızın sizin de öyle yapacak olduğunuz olay karşısında aynı heyecanı yaratabilmeniz ve diğerleriyle paylaşabileceğiniz fiziksel doruk noktasıdır ağlamak. Ağlama eylemi ânı, seni tüm fantezilerinden ve insan dışı ögelerden kurtardığı ândır. ODTÜ' lü kızın bayrağını sırtına alıp koştuğu ân; senin ağlama duygunu harekete geçirmiş, ihtiyaç duyduğun söz konusu eylemin harekete geçirilmiş olduğunu görerek içindeki tüm itkileri ağlama eylemine dönüştürmüş, kendini arındırmış ve dolayısı ile rahatlamış olduğun ândır.

İnsanlar hala yabanıl dönemden kalma alışkanlıklarını sürdürüyorlar. (Bu cümleyi çok kez tekrarladığımın farkındayım) İlkel dönemlerdeki ilkele olan benzerliklerimiz, onlardan ayrıldığımız noktalarda çok çok fazladır. Bu demektir ki, uygarlaşma yolunda daha çok yol almalıyız.
Meselenin diğer tarafından bakacak olursak; ayrıksı davranışların, kadınlar tarafından yapılanı ve şahit olduğum istisnai durumları da var elbet. Yakınmanın temelinde kadın erkek ayrımı değil bizatihi insanın kendi yatmaktadır.
Şöyle düşünecek olursak: Güç kimdeyse taciz ve saldırı oradan gelmektedir. Erkek egemen toplumda yaşdığımız ve tüm yasalarını erkeklerin elinden çıkardığımız dünyada daha güçlü olan erkeklerin beğenmediğimiz yaşama ve yaşatma edimleri doğal olarak kadınlardan fazla olacaktır. Bu gelişme ve uygarlaşma ile bağıntılı olduğu kadar, yabanıla ne kadar bağlı olduğumuz anlamına da geliyor. Şundan eminim ki, kadınların egemen oldukları toplumda, ayrıksı davranışlı tüm eylemleri kadınlar yapacaklardır. İşte o zaman, kadınlar için bütün bunları yazmak özeleştiride bulunmak anlamına gelecektir. Dünyadan savaşan-savaştıran-kan döken kadın liderler de geçti. Kadın güçlü olunca bu gücü kadın kullanıyor. Erkek güçlü olunca, erkek. Gücü elinde bulunduran 'efendi kadının' erkek kölesine yaptığıyla, gücü elinde elinde bulunduran erkek sahibin kadın kölesine yaptığı arasında hiçbir fark yoktur.

Arada 3997 kitaplık mesafe olunca sonuç bugünkü gibi kaçınılmaz oluyor.

Atatürk'ün okuduğu kitap sayısının 4000 olduğunu söylerler. Bu sayıdan; Kutsal Kitap Kur'anı Kerim'i, Mehmet Akif'i ve Necip Fazıl'ı çıkarırsak geriye 3997 kitap kalıyor.

Başka bir kadını yanmaktan kurtarmak için eski sevgililerin her zaman gönüllü olması gerekmektedir.

Her yerde adet görebilen kadınları tercih edin. Telefonla konuşurken, film seyrederken, ağlarken, dondurma yerken, sevişirken, araba kullanırken, köpeğini gezdirirken, alışveriş yaparken...

Sanatçı zaman içinde kendiyle yüzleşmeli, yapıtlarını evrensel sanat yapıtlarıyla kıyaslamalıdır. Bunun sonucunda hâlâ yaptığının sanat olduğunu söyleyebiliyorsa yoluna devam etmelidir. Yerinde duran sanatçı aslında geri gitmiş demektir. Herşey ilerlerken sanat yapıtları yerinde sayıyorsa, yapıt sahibi kendini tekrar etmekten kurtulamaz. Sonunda eserleri! kendi gibi ilerleyemeyen alt beğeni düzeyindeki kitleler tarafından tüketilir hale gelir. Bir de tek atımlık barutları olan sanatçılar vardır. Onlar bir yapıt meydana getirir ve sonra sanat dünyasından çekilirler. Sanata saygılı böyleleri istisnadır.



Resim: Günün modası kutu olduğundan...


2 yorum:

Joujou dedi ki...

Ne çok düşünce paylaşmışız sevgili Hektor. Ne zengin. Hepsi için teşekkür ederim.

Bu yıl, her ne diliyorsan, senin olsun. Sevgi ve sağlık senin ve ailenin olsun. Mutlu yıllar!

Hektor dedi ki...

Ben teşekkür ederim sevgili Joujou. Sayısal olarak da, nitelik olarak da çok şey paylaştık. Daha da artması dileğiyle. Sana da mutlu yıllar. Tüm beklentilerinin gerçekleşmesi ve bu yıl kapından içeri iyi şeylerin girmesi dileğiyle.