3 Aralık 2013 Salı

ADIM AYARLAYICI

Yedek Subay öğrenci bölüğündeki eğitimin ilk günlerinde bölük komutanımız yanına çağırdı ve bana: "Hem yakışıklı hem de uzun boylusun, seni bölük flamacısı yaptım" dedi. Böylece bölüğün flamacısı oldum.  Artık bölüğün en önünde yürüyor flamayı ben taşıyordum. Yürüyüşlerde bölükle aram açılıyor, arkamdakiler çok gerilerde kalıyorlardı. Yani ben,  anlayacağınınız başımı alıp gidiyordum. Komutan: "Bu böyle olmayacak" dedi. Tabii ki, ben buna çok sevindim, flamacılıktan kurtulucaktım ve bir başkasına verecekti bu görevi. Beklediğim gibi olmadı. Benim önüme 1.80'e yakın orta boylu ve standart adımları olan bir arkadaşımızı koydu  ve ben yürüyüşlerde önümdeki arkadaşımın adımlarına göre kendi adımlarımı ayarladım. Bu suretle de bölükle aramdaki mesafeyi açmamış oluyordum. Komutan, önüme bir 'adım ayarlayıcı' koyarak sorunu çözmüştü yani.  Bölükle arasını açan bir flamacının önüne adım ayarlayıcı koyarak sorun çözülüyordu pek de güzel.
İnsanlık uygarlık yolunda ilerlerken, bu yolda geri kalanların ya da başka bir deyişle; bazı toplumlar uygarlık yolunda almış başını giderken ve artan bir ivme ile ilerlerken geride kalan toplumlar onlara yetişsin diye, ilerleyen toplumların önlerine uygarlık ayarlayıcı konabilir mi? Batı ile de, Japonya ile de aramızda büyük ve derin uçurumlar olduğu bir gerçek. Bugün yukarıdaki varsayımın gerçekleştiğini düşünsek bile, Bir Almanya, bir Amerika, bir Japonya asla olmayız. Onların ulaştıkları maddi standartlara asla ulaşamayız. Çünkü Dünya'da sömürülecek alan kalmadı. Sömürmeden zengin olunmaz. Ancak kendi kendimizi sömürürüz. Biz batının Rönesansla elde ettiği bilgi birikimini dışladık. Cumhuriyetle birlikte bu kavramları tanımaya başladık ama hala Rönesansımızı yapmamış toplumuz. Çok geç kaldık. 18. yüzyıldan önce ulaşılması gereken aşamaya ulaşamamış ve bu nedenle, dünya ve evrendeki yerimizi tam olarak anlamamıştık. Avrupa, Rönesansını yaşarken, biraz bekleyelim Türkler de bize yetişsinler deselerdi eğer, 300 yıl beklemeleri gerekirdi. Sadece Avrupa Rönesansı mı? Bizler Aanadolu'da İslam Rönesansını da dışlamıştık. Dokuzuncu yüzyılda başlayan ve 12. yüzyıla kadar süren bu dönemde, Farabi ve İbni Sina'nın izinden giden bir Türk filozof ve bilgin yok. İbni Sina'nın tıp ile ilgili ünlü Kanun'u, batıda 16. yüzyılda defalarca basıldığı halde, Türkçe çevirisi ancak 19. yüzyılda yapılmıştır. Bilim ve teknoloji ile üretilen maddi araç ve gereçler, yaşamı kolaylaştırır. Fakat bu uygarlık ölçütünde ikincil bir boyuttur. Zengin olunabilir ama kalkınılamaz. Sadece kalkınma da yeterli değildir. Uygar olak gerekir. Uygar olmak, insan olmak demek değildir. O yüzden birincil boyut; İnsan olmaktır. Düşünce, felsefe ve bunları yaratan insan aklı ile sanattır. Kaç tane resim, heykel sanatçımız var? Olanlara da ne kadar sahip çıkıyoruz. Ne kadar filozof yetiştirmişiz? Uluslararası alanda ne kadar makalemiz yayınlanıyor? Üniversitelerimizde ne kadar bilim yapılıyor? Meydanlarımızda ne kadar heykel var? Müzelerimizde ne kadar resim var? Bir şehrin meydanını planlarken bile topal uygulamalar yapılan ülkemizde, Cumhuriyetle birlikte aldığımız yolu da son on yılda kaybettik. Önümüzde yürüyen toplumların önüne birer 'adım ayarlayıcı' konmayacağına göre, bizler hızlanmalıyız.

Hiç yorum yok: