7 Mart 2015 Cumartesi

MASUM OLMAYAN SÜRÜCÜ İLE KALDIRIMI İŞGAL EDEN ARABADAKİ SİYAH TAKIM ELBİSELİ ŞİŞMAN GENÇ ADAM


Sokağa çıkarsın. Kaldırım dar ve yol boyunca ortasında ağaçlar varsa ve yan yana iki kişi yürüyemez durumda ise, önünde senden yavaş biri yürüyorsa, bir de karşıdan başka biri geliyorsa eğer, dalların altından geçerken eğilmeyi de sevmiyorsan, kaldırımdan iner, bir tarafına arabaların park ettiği sokağın kenarından yürümeye başlarsın. Bu sırada arkadan gelen otomobil, karşısından araba geldiği için yoluna otomobil hızıyla devam edemez ve mecburen senin yürüme hızında gider. Bunu bilen sen, uygun durumda kaldırıma çıkana dek yürürsün. Yürürsün ama, arkadaki otomobilden küfür notalarıyla klakson sesi gelir. Sola doğru başını çevirip bakarsın. Otomobilin direksiyonunda genç bir erkek, yanındaki koltukta da genç bir kadın, arkada 3-5 yaşlarında da bir kız çocuğu... Direksiyondaki adam bir taraftan kornaya basmaya devam eder, diğer taraftan sana yakın olan sağ camı açarken de eliyle kaldırımı işaret ederek "oradan yürü, oradan yürü, bak kaldırım var" der gibi işaretler yapar. Yanındaki kadın da onu destekler bir tavır içinde, dağdan gelip kaldırım görmemiş beni(!) anayol ya da caddede değil, sadece ve sadece yürüme hızından biraz fazla gidilebilen yolda,  bir kaç metre yürüme hızında gitmeye katlanamayarak uyarmaya kalkarsa;
ben de ona, yanında kadın ve çocuk olduğundan kibarca derim ki: "Hiç kaldırıma park etmediysen haklısın."  Ve şakınlıkla hiçbir şey söylemeden sessizce giderler. İlk taşı en masumunuz atsın misali.
Şehrin her tarafında, yollarda, ana caddelerde, sokaklarda arabaların kaldırımı işgaliyle karşılaşıyoruz. Durulması yasak olan yerde(!) park eden araçlardan tutun da, kaldırımı dikine kesecek şekilde duran  araçlara kadar her türlü trafik ihlali var. Ancak bir yaya, değil yoldan yürümek, yaya geçidinden bile geçmeye kalksa araçların küfürlü kornalarına karşılık buluyor kendini. Arabalar kaldırımları işgal ederler ama yayalar mecbur kaldıkları halde sokakta da olsa yoldan yürüyemezler sözüm ona bu ülkede.
Geçen gün, caddenin kaldırımında yürüyorum. Kaldırım geniş. Her türlü yaya için olanaklı. Engelliler de düşünülmüş. Birden kaldırımı dikine kesen, siyah ve balina gibi bir arabayla karşılaştım. Şoförü içinde. Arkada telefonla konuşan, siyah elbiseli, beyaz gömlekli, siyah gözlüklü, çirkin ve şişman genç bir adam. Hani, paralarıyla egemenlik altına aldıkları güzel kadınları teşhir edercesine yanında taşıyan çirkin sanatçılar vardır ya, işte o türden bir adam. Bir şey söylemeden, araba yolu kestiğinden zorunlu olarak arkasından dolaşmak üzere kıvrıldım ve tam geçecekken bu kez olması gerektiğinden hızlı bir şekilde caddeden, yol kenarındaki binanın otoparkına girmek için kaldırıma çıkan araba ile burun buruna geldim ve ayağımı arabanın tekerinin altından zor kurtardım. Bunun üzerine döndüm ve yolu dikine kesen arabanın şoförüne: Burada durmaması gerektiğini, kaldırımı kapattığını, yayalar için tehlike oluşturduğunu söyledim. Bana, birini beklediğini, pek fazla sürmeyeceğini ve hemen gideceği şeklinde yanır verdi. Ben de karşılık oalarak: Caddenin sağına çekip orada beklerseniz olmaz mı? dedim. Caddede park yasağı var dedi. Polis gelirse ceza yazarmış. Kendisine yine de caddede beklemesini, park yasağı sorununun kendilerine ait olduğunu, benim ve başkalarının hayatını tehlikeye atmasına hakkı olmadığını, bu durumda engellilerin geçemeyeceğini anlatmaya çalışırken, telefon konuşması biten siyah takım elbiseli adam devreye girdi. Bu arada etraf kalabalıklaşmış ve herkes aramızda geçen konuşmaları can kulağıyla dinler olmuştu. Siyah takım elbiseli adam: "Fazla uzatmayın beyefendi, birazdan gidicez işte" dedi. Bunun üzerine ben: "Yolda beklemeniz kaldırımda beklemenizden daha az tehlikeli, 200 Bin dolarlık arabaya binersin, 200 lira ceza ödemekten korkup, kaldırımımızı işgal edersin, bu yetmezmiş gibi bir de neredeyse ayağımın ezilmesine sebep olursun. Siz uzatmayın da kaldırımdan çekin arabanızı dedim." Ben böyle söyleyince kalabalıktan da "çek hadi, kaldırımı boşalt, ayıp değil mi?" gibi sesler yükselmeye başlayınca, baktılar ki pabuç pahalı, kaldırımı ait olduğu kişilere terk ederek caddeye indirdiler arabalarını.


4 yorum:

Joujou dedi ki...

Ne tuhaf değil mi sevgili Hektor: Aslında doğrusu senin yaptığın olmasına rağmen, yazını okurken 'Acaba Hektor'a bir şey yapmışlar mıdır? Yazının sonunda bunu mu okuyacağım?' diye bir endişem vardı. Bu ülke, çirkin bir kabadayıdan güç alan vandalların ülkesi haline geldi ne yazık ki. Birini medeni bir biçimde uyarmaya bile korkar olduk.

Hektor dedi ki...

Aslında yürüyüp geçecektim. Çünkü bu tür işgallerle sık sık karşılaşıyordum. Zaman zaman bu tür çıkışlarım oluyor. Başıma bir şey gelecekse bu çıkışlarım yüzünden gelir sanıyorum. Yazının gidişine göre endişelenmekte haklıydın sevgili Joujou. Şimdiye kadar olmadı. Caydırıcı bir yanım var demek ki, diyorum. O gün de, içimden işte yine bir saygısız, karışma, zaten bir kaç gün yalnızsın, kontrol edemezsin şimdi kavga döğüş olur karakol, belki hastane, belki daha kötüsü, seni kendine emanet edenlere ihanet etme diyerek yürüyüp geçiyordum ki, gerçekten ayağımı zor kurtardım. O ruh hali içinde başladı diyaloglar.
Aynı gün bir mağazanın kasasında sıra belkiyorum. Hafta arası olduğu için personel tasarrufu amacıyla bazı kasalar kapalı. Her zaman olduğundan daha az kasa çalışıyor. Aksine de müşteri var. Kasa önünde üç kişilik kuyruk oluşmuş. Ben üçüncüyüm. Kasada işlem yaptıran genç bir çift var. Kadın: "Neden tüm kasalar açık değil, bizi bekletiyorsunuz" diye sordu. Kasiyer kız: "Bilmiyorum, yönetimsel bir konu" diye yanıt vererek bir yandan da işine bakıyordu. Bu kez erkek: "Daha daha saygılı bir şekilde yanıt verebilirsiniz" dedi. Kasiyer kız hiçbir şey söylemedi. İşlemlerini yaptırdılar, ürünlerini aldılar, kasiyer kızın iyi günlerde kullanın efendim şeklindeki dileklerinden sonra, yine erkek: "Müşterilerinize daha nazik davranın" dedi ve kasadan uzaklaştılar. Orada bu kez müşteriye; "Kişiye özel kasa mı istiyorsunuz, bence gayet nazik şekilde yanıt aldınız, siz bu ülkede şimdiki gibi keyfe keder iki pırtı için değil, hayati malzemeler için saatlerce kuyrukta beklendiğinden habersizsiniz herhalde" diyecektim. Fakat, kasiyer saygılı bir şekilde susup işine bakınca ben de vazgeçtim. Devam etseydi karışacaktım. Bu bir şımarıklıktı bence. Kibirdi. Kendini beğenmişlik, karşısındaki insana değer vermemekti. (Yaşamında boş geçen saatleri, günleri olan, çoğu şeye geç kalan insanoğluna, kendi için bir kasa kuyruğunda iki dakika beklemek çok geliyordu. İki dakikayı nerelerde harcamıyordu. Trafikte geçirdiğinin 100 de biriydi. Ya da yolcu indiren bir arabanın arkasında 30 saniye bekleyemiyordu). Sandı ki, kasiyer: "aman efendim, ya işte n'apalım hem biz daha fazla yoruluyoruz hem de sizi iki müşterilik kuyruklarda bekletiyoruz" diyecekti.

Joujou dedi ki...

Soru çok enteresanmış zaten. Sanki onları tek kasa açarak bekleten, o kasiyer kızmış gibi. İnsanların hizmet sektöründe çalışanlara karşı bu acımazlığı, kabalığı nedendir, anlayamıyorum. Git, derdini mağaza müdürüyle çöz. Kasiyere yüklenmek kolay tabi. Pabucumun ukalaları. Bak içimden canavar çıkıyor böyle zamanlarda. :)

Hektor dedi ki...

Çıkmaması mümkün değil. Zaten bu tür zamanlara ve kişilere karşı tırnaklarını her zaman sivri tutacaksın. Kendilerini halkın üstünde gören sözde insan olan bu insansılara her yerde rastlamak mümkün. Balkonumda barındırıp kışı geçirttiğim ve hala orada yaşayan kediler kadar değeri yok benim için diyeceğim ama kedileree hakaret etmiş olacağım.