15 Mart 2012 Perşembe

YORUMLARIMDAN DERLEME 1

               Yine bırakılır. "Sigarayı bırakmak çok kolay, ben yüzlerce kez bıraktım" diye yazan fıkrada olduğu gibi. Önemli olan yeniden başlamayı gerektirmeyecek ve sigaraya olan özlemi ortadan kaldıracak kadar zaman geçmesi. Bunun için en az 4-5 yıl gerekiyor. Sen bu zamanın sınırındasın. Tamamen vazgeçmiş sayılmazsın. Bu yüzden, her seferinde "sigarayı bıraktım" yerine, "sigaraya ara verdim" dedim ben. Bu zaman içerisinde yakılan bir sigaradan sonra, (ki gece yakılmışsa eğer) sabah olduğunda boğazlar düğüm düğüm olur, yıllar sonra içtiğiniz o sigaraya kahredersiniz. Sonra saatler geçip de iyileşmeye başladığınızda yeniden ister ve yediğiniz ilk yemekten sonra ya da içtiğiniz çayla birlikte yakmak istersiniz. Bu süre yeniden bir sigara içiş döneminin başlangıcıdır. Ta ki tekrar bırakana kadar sürer. Tamamen içinizden atmanız ve hiç sigara içmemiş biri olarak hayata bakmanız için gereken süre çok daha fazladır. Çok istiyorsanız yapmaya değer. Denemesi ve bırakması senin elinde olan bir şey için, bilinen zararları dışında özel bir sağlık sebebin yoksa kendini baskı altında tutmamalısın.

 ********
                 Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, "aynı şeyleri yeniden yaşamayı göze alır mısınız?" sorusuna sigara için verilecek yanıt "evet", iş göze almak olunca, sevgili için "hayır" diyeceğim. Önceki yorumum daha önce yazdıklarımı tekzip ediyor gibi görünmesin. Aynı kişiyi yeniden sevmeye evet, fakat göze almaya hayır diyorum. Tekrar edecek olursam; göze almanız gerekecek şeyler varsa ve size acı verecekse, 'eski sevgililerinizi bir yenisine kadar, geri dönüşümcüler derneğine verin' derim.

 ********
                  Eski sevgililerle pazartesi gibi senede 52 kez karşı karşıya gelinirse o vücutta ne ruh kalır ne de can. Aşk ve aşık olmak güzeldir. Sevgiliyle geçirilen zaman da... Bittiyse, yürümeyen bir şey vardır. Dış dünya tarafından zorla birbirinden ayrı bırakılan sevenler dışında. Aşık olunan o kişi, dünyadaki son sevgili değildir. Tıpkı tam geçecekken kırmızı ışık yanması gibi. Biraz sonra yeşil yanacaktır. O, sönen son yeşil değildi. Ya da iskeleye vardığınızda turnikeden geçerken, kapıların kapandığını ve yolcu vapurunun kalkmış olduğunu görünce "tüh, vapuru kaçırdım!"  yerine, neden insanlar sonraki vapuru düşünerek; "ohh, yetiştim, vapur daha iskeleye yanaşmamış" demiyorlar. Çok uzak yolculuklar ile zaman aralığı çok uzun tarifeli yolculuklarda olsa bile, her zaman bizi bir yerlere götürecek gemi vardır. Kimse sonsuza kadar iskelelerde kalmamıştır. Eski sevgililerinizi eskicilere verin, bir yenisine kadar mutlu pazartesiler dileyin."

********
                 Sevgili, geçmişe dair can sıkıcı anılardan kurtulmak için, üzerine yenilerini koy. Ne kadar ağır kaldırırsan o kadar hafiflersin.

********
                  Bu kişilerin ruh halleri, tuttukları takımın başarım düzeyi ile doğru orantılı olarak gelişim gösterir. Bir erkek olarak ben de, hayatlarının merkezine futbolu yerleştiren erkekleri son derece sığ buluyorum. Tıpkı bir erkek olarak; hayatlarının merkezine sadece anne olmayı, sadece çocuk doğurmayı, sadece iş kadını olmayı, sadece kocaya eş olmayı, sadece ev kadını olmayı, sadece yemek yapmayı, çamaşır yıkamayı yerleştiren kadınları sığ bulduğum gibi. Çünkü insan çok boyutludur.

********
                  Bu çocukların babalarının ağabeyleri, annelerinin ablaları ve belki de babaları, anneleri, amcaları, teyzeleri, halaları bugün olacakları görmüş ve yarın bir gün 'bunlar, büyük şehirlerimizin caddelerine ve meydanlarına, giderek her yere ve hatta üniversitelerimizin içlerine kadar girerek, bizi ve gelecek kuşaklarımızı, kâğıt bardaktaki 10 centlik ucuz kahve ile ekonomik olarak kuşatma altına alır, geleceğimize ipotek koyar' diye '68 yılının sıcak bir temmuz gününde "yankee go home" diyerek, Dolmabahçe'den denize döktüklerinde ne kadar da haklıydılar. Bugün bu çocuklar, İstanbul'un neredeyse tüm caddlerinde konuşlanmış olan bu kafelere karşı olup, üniversitedeki dersleri dışında kalan zamanlarını da bu ve buna benzer kafelerde geçirmiyorlarsa, o zaman yaptıkları direnişi kutlarım.

 ********
                  Sorun Starbuks değil elbette, benim açımdan da... Starbuks yazının merkezinde olduğu için, o bir simge sadece. Ben olayın tarihsel gelişimine işaret etmek istedim. Starbuks, kapitalizmin argümanlarından olan bir emperyalist ürün markası o kadar. Emperyalizmi bir kez içeri sokarsanız, bir daha nereye kadar gireceğini kontrol edemezsiniz. Şuraya girsin, buraya girmesin diyemezsiniz. Tıpkı din devleti gibi. Dini kurallar şuralara girsin, buralara girmesin diyemeyeceğiniz gibi. Sadece kadınların başlarını örtmekle sınırlı kalsın diğer başka alanlara girmesin diyemeyeceğiniz gibi. Bunun sınırı yoktur. Bakın, islam coğrafyası, farklı farklı, sadece kapanma konusunda burkadan başörtüsüne kadar türlü türlü kapanma şekilleriyle donanmışlar. Sınırlarını belirleyemezsiniz. Madem ki, liberal ekonomi var, içeri soktunuz, bundan sonrası kendi kurallarıyla işleyecektir. Öğrencilerin, seslerini yükseltmeleri, karşı çıkmaları, protesto kültürü bakımından en azından kuzu olmadıklarını göstermeleri, tatlısu boykotu olsa da takdir edilir bir göstergedir. Temel olan burada, kahvenin kalitesi ve kaç liraya satıldığı değildir. '10 centlik' sözünü ürünü insanların gözünde küçük düşürmek için kullandın. Yan masaya yapışık biçimde muhabbet etmek ve bir kahvenin ucunda saatlerce tıkış tıkış oturmak benim de sevmediğim ve konuşmalarımda sık sık dile getirdiğim konudur.
********
                  Ben 'c' yi kaybetmişim. Starbuck'ın 'c' sini. Dünden beri onu arıyorum. Öteden beri yabancı sözcüklerin nasıl yazılması gerektiği konusunda kafa yormuşumdur. Çok önceleri "doğru yaz, türkçe oku" demiştim kendi kendime. Bunun nedeni lugatta ararken bulmakta kolaylık olsun idi. Zira, Chagall'ı nerede arayacağını bilemez, ş'de, ç'de arar işin içinden çıkamazdınız. Doğru yazdım, sorun çıkmadı. Fakat iş türkçe okumaya gelince işler karıştı. Bu durumda insan dil bilmez ve cahillikle suçlanıp, alay konusu bile olabiliyordu. İkinci tezim, türkçe yaz doğru oku idi. Bu durumda Hollywood türkçe olarak holivut yazılacaktı, hol-li-vu-ud diye okunacaktı. Baktım bu da olmuyordu. Hem yabancılar (ingilizce), bizim ülke adımızı kendi abecelerine göre Turkey yazıp aynı zamanda hindi anlamına gelen bu sözden hiç de kaygı duymuyorlardı. Onlar kendi abecelerinde olmayan imleri, bizim isimlerimizi yazarken de kullanmıyorlardı. Fakat biz neden x'i, w'yi, q'yu (ki bu abecemiz için gereklidir, onu ayrı tutuyorum) kullanıyorduk. İşin içinden çıkamadım. Bugün eyç-es-bi-si demiyorum. İnadına hesebece diyorum. Karşımdaki öğretir gibi düzeltse de... ce-ne-be-ce-e diyorum, beni si-en-bi-si-i şeklinde düzeltseler de, inadına... İşin içinden yine çıkamadım. Zamanla teknoloji gelişip bilişim alanındaki ilerlemeler beni ikinci tezime yakınlaştırdı. Türkçe yaz doğru oku yani. Beni kurtaran gogıl oldu. Gogıl'a yazılan bir sözcük ile ilgili 'demek istediğiniz bu mu?' diye uyarılıyorsunuz. Yani bulamama olasılığı en aza iniyor. Denedim gogıl yazınca 'gogogle' çıkıyor. Hangisi daha iyi, dünyadaki genel kural nedir? senin farklı bir görüşün var mı?

*********
                   Ben de çok isterdim 1968 temmuzunda Dolmabahçe rıhtımında olmayı. Eğer annem, büyük ablam yerine önce beni doğurmuş olsaydı ucundan yakalayacak ve belki de orada olacaktım:))

*********
                   Belediye otobüslerinin trafik kurallarına uygun olarak ve saatte 30 km. hızla, 200 metrelik duraklar arasında, sağ şeritten gitmelerinin "direniş" olarak lânse edildiği ülkemizde, trafik içindeki sürücüler de karşıdakinin istediği gibi araba kullanmalıdır!
Şehir içinde arazi taşıtı kullananları ben de anlamıyorum. Bu, sermayesini poposunun altında gezdirmek görgüsüzlüğünün zirve yapmış halidir.
 *********
                    Trafik kurallarına yeterince uymayan ve gerek mevcut trafik akışını, gerekse kendi uygulamalarımızı kural böyleymiş gibi addeden ülke insanlarıyız. Kurallara uygun hareket eden ve dikkatli olmaya çalışan bir sürücü bize yavaş gelebiliyor. Trafikde hiç kimsenin karşı tarafın istediği gibi araç kullanmak zorunda olmadığını bilmemiz gerekiyor. En fazla hızın 50 km olduğu şehir içi yollarda 30 km. ile araba kullanmanın trafik ihlali olmadığını ve bunu hoşgörü ile karşılamamız gerektiğini düşünüyorum. Bazı durumlarda trafik polisleri dahi sözümona beklemeleri azaltmak ve akışı hızlandırmak için kurallara göre giden sürücüleri uyararak daha hızlı sürmeleri gerektiğini söyleyerek kural ihlali yaptıklarının ve hız sınırını aşmayı teşvik ettiklerinin farkında bile değiller. Gözlemlerime göre; yolcu indirmek için bekleyen bir sürücüye, kendine göre güvenli bir şekilde sağ şeritten gidene, döneceği sapağa yaklaşınca sinyal verip yavaşlayan ve dönen araca vs. vs. tahammül gösteremiyoruz. Hız sınırında giden aracın arkasında tampon tampona giden sürücülerin tahammülsüzlüğüne ne dersiniz. O sürücünün keyfine göre ve onunla aynı hızda araç kullanmak zorunda mıyız? Özellikle yaşlılar refleksleri daha yavaş insanlardır. Trafiğe çıkan yaşlı insan sayısının tüm trafik içindeki payının da önemsenecek kadar büyük olmadığını sanıyorum, genç nüfusumuza bakarak. Onun için diyorum ki, siz siz olun daha çok hoşgörü gösterin yaşlılara.
********
                  İnsanlar hâlâ yabanıl dönemden kalma alışkanlıklarını sürdürüyorlar. Bu cümle, insanın her iki cinsi için de geçerlidir. Hem kadın hem erkek için. Evrim kesintisiz devam etmektedir. Hiç birimiz evrimin son şeklini almış insanları değiliz. Bundan cinslerden birinin geri kalması olasılık dahilinde değildir. Bu bir tespit. Taraflı olmak için söylenmiş değil. Aksini söyleyerek cinsiyetler arası ayrımcılık yapmış oluyorsunuz. "Siz erkekler" ya da "siz kadınlar" diye söze başlayan herkes ayrımcılık yapıyordur. Bir izleyiciniz bloğunda "kadın denilen yaratık, çoğu davranışında evrimleşmemiştir" derse ne dersiniz. Ayrıca "yaratık" değil de, "varlık" derseniz daha isabetli olacağı kanısındayım. Yaratık deyince Alien ve çok sevdiğim teğmen Ripley geliyor aklıma.
 ********
                  İlişkinin her evresinde özene bezene inşa ettiğimizin çürüdüğünü görünce yapılması gereken budur. Çürük bir inşaatın içinde yaşayıp altında kalmaktansa, yıkıp yeniden yapmak daha güvenceli. Şu günlerde güncel olan da bu değil mi? Eskimiş ve çürümüş yapı stoğunu yenilemek istemiyor muyuz ülkece? İnsanlara somut olan ve acı sonuçları gözönünde olan örnekler gösterilirse daha iyi kavrayacakları inancındayım. Hiç kimse çürümüş bir ilişkinin altında kalmasın.
********

                                Eğer zorlama sonucunda ayartılma varsa buna zorla ayartılma denir. Deneyler nerede ve kimle yapıldı bilmiyorum ama, bu deney sonucunda ayartılma olmamışsa zaten sorun yok. Eğer ayartılma gerçekleşmişse o zaman "zorla ayartılma" örneğine giriyor demektir.

*********

                    Misilleme yapılan birliktelik için söylediklerinize katılıyorum. O birliktelik o aşamaya gelinceye kadar şirazeden çıkmıştır zaten. Sadece kadının başka biri ile birlikte olduğunda gündeme getirmenizi yadırgadım. O birliktelik erkek aldattığında da saygı içermez bir hale gelmiştir.

*********
                   Çocukluğunda evin yüksek bir yerine, bir dolabın üzerine çıkıp da baktın mı yaşadığın ve herkesin yaşamını sürdürdüğü alana? Oradan bakınca, yerdeyken baktığından farklı görünür her şey. Oradan bakınca, daha önce yakalayamadığın şeyleri yakalarsın. Tıpkı bahçedeki ağacın en yüksek tepesine çıkarak bakmak gibi. Atakule'den bakınca farklı görünen Ankara gibi. İnsan baktığı yerden kendini göremez. Kendinin de yaşadığı yere başka bir yerden ve değişik bir açıdan baktığında sanki o manzaranın içinde kendini de görür gibi olur. Okulda öğrenciler zaman zaman sıraların üzerine çıkarlar, oradan bakarlar sınıfa. Bu onların yaramazlıklarından değil sınıfı farklı bir gözle görmek istemelerindendir. Amacım sadece ve sadece farklı bir bakış açısı sunmaktı, saygılarımla.

*********

                     Bu bana iki şeyi anımsattı. Birincisi; çok sevdiğim van kedimi. Onu biz istediğimiz zaman değil de, o istediği zaman sevebiliyoruz.
İkincisi; "vizeli sevgi", (bir ülkeye o ülkenin izin verdiği kadar girebilirsiniz gibi). Bu durumda vize için neler gerekli sorusu geliyor akla.

*********

                     Sevgi ve nefretin eyleme konulmasından duyulan tedirginlik ve korkunun, başka bir kişiyi sevmek yerine, aynı kişiyi sevmenize neden olduğu şeklinde bir sonuç çıkarabilir miyiz? Şöyle ki; her iki durumda da sevgi ve nefreti yeniden ve tekrar olarak yüceltmek istememenizden, yani birini severken azalan sevginizin nefrete dönüşmesi aşamasında bundan vazgeçmek ve yeni bir kişiyi sevmenin (risklerini düşünerek) eyleme konmasındaki çekingenlik ve korku ile bu sevgiyi aynı kişi üzerinde eyleme geçirmek gibi. Kısaca, yeni bir sevgiden de, var olan sevginin nefrete dönüşmesinden de korkmak.

 *********

                    Bir kişi, ister kadın ister erkek olsun evlilik öncesi alışkanlşıklarını evlendikten sonra sürdüremez. Bu, o erkeğin ya da o kadının ablukaya alındığı anlamına gelmez. Evlilik öncesinde olduğu kadar ne bir erkek özgür olabilir ne de bir kadın. Akşam arkadaşlarıyla buluşmak isteyen tarafa; "hayır gidemezsin" demek de özgürlüğü bağlayıcıdır. Süreklilik arzetmeyen bu gibi durumlara anlayış göstermek, her iki tarafın da yapması gereken davranıştır. Tıpkı benim dün akşam yaptığım gibi. Her birey kendi alışkanlıklarını, hobilerini, sosyal yaşamını diğerinden bağımsız yürütmeye kalkarsa, paylaşımlar azalır. Paylaşımlar azalınca da kişiler birbirinden uzaklaşır. Biri dağa gider, diğeri denize açılırsa eğer, bu birlikteliğin ne anlamı kalır. Kişiler neden birlikte yaşamayı seçiyorlar? Paylaşmak için. Paylaşılmayan yaşamda birlikte olmanın anlamı var mı? Evlilikten önceki yaşamını sürdürecek ve "ben özgür olmak istiyorum" diyecekse bir insan, neden başkasıyla yaşamak ister ki? İleriye dönük hiçbir beklentinin olmadığı, zaman zaman bir araya gelen kişilerin diğer zamanlarında kendi başlarına olduğu birliktelikler de var. Özgür olmak isteyen kişiler bunu seçebilirler. O vakit sadece seks'den söz edilebilir. Bu da bir paylaşımdır.

 ********

                  Aklıma geldi birden, "nasıl da sayfalar dolusu yorumlar yazdırdı bir cümlelik yazı". Ahmed Arif'in dediği gibi; "nasıl da yılları buldu bir mısra boyu maceram". Bu durumda yorumları yazanlara değil de, yazdırana bakmak gerek yani tek cümlelik yazıya:)

*********

                   Uygar insan olmanın yolunun ezilen tarafla özdeşleşmekten geçtiğine inanan bugünün öğretisi, ötekiyle özdeşleşmeyle kendi vicdanına yatırım yaparak suçluluk duygusunu aşmak amacındadır. Cezayirli'lerin Filistin dendiğinde neden bu kadar alkış kıyamet kopardığının nedenine gelince; Arap dünyasının Filistin konusunda şimdiye kadar hiç bir şey yapmadıkları ve bunun altında yatan suçluluk duygusunu aşma çabalarıdır. Böylece oradaki herkes kişisel kimliklerini aşarak, toplumsal dayanışma yolunu açmışlardır. Bu tamamen vicdanla ilgilidir. Bunu ancak toplumsal suçluluk duygusuyla ortaya koyarak aşmaya çalışıyorlar. İnsan baktığı yerden kendini görmez. Biz de baktığımız yerden ülkemizde bazı şeyleri göremiyor olabiliriz. Cezayir coğrafyasından bakıldığındaki görüntümüz, onların ulaşmak istedikleri yer seviyesindedir. Modern toplumların yaşadığı yerden bakıldığında daha farklı bir görünüm olacaktır. Yabancı siyasilerin ülkemiz hakkındaki emellerinden daha ziyade, orada yaşayan toplumun ülkemizi nasıl gördüğü önemlidir. Kişisel bakış açısıyla tarih konusunda yanlış çıkarımlarda bulunan Yunan arkadaşına gerekli yanıtı da vermişsin. Zira, Fransa'nın Cezayir'i işgal etmesiyle, Türk askerinin Kıbrıs'a çıkması temelde birbirinden ayrı konulardır.
Bizler, Dağıstan'daki,Çeçenistan'daki, Çin Uygur bölgesindeki veya dünyanın başka yerlerindeki etnik savaşları nasıl görüyorsak; dışarıdan bakanlar da bizim iç çatışmalarımızı o gözle görüyorlardır. Bu konuda dünya kamuoyunu yeteri kadar aydınlatamadığımız gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.

 ********

                 Belleğimiz unutmamak üzerine inşa edilmiş. Geçmişi, çocukluğumuzu, derslerimizi, aşklarımızı, öğrendiklerimizi sürekli kayıt eden bir bellekten söz ediyorum. Unutmak belleğin hastalığıdır. Unutulmak istenen şeylerin bellekte kalması bu sağlıklı durumla çelişki yaratmaktadır. Yeniden başlamak ya da sevmek için unutmak gerektiğine inanıyorum. Bazı durumlarda belleğimizin hasta olması kusur değil, sağlık ifadesi olabiliyor. Çünkü insan ancak unutursa yeniden aşık olabilir.

********

                 Alınan ünvanlar ve apoletler yükselirken, kişinin sosyal ve kültürel değerleri "Ağrı" dağı kadar yükseklik ölçüsünde geri kalabiliyor. İnsanlar bu kazanımları ya görgü terbiyesiyle, ya da bilgi terbiyesiyle edinirler. Memleketimizin köyünde, kasabasında görgü terbiyesi eksik olarak yetişseler bile, ünvanlarına ve apoletlerine yakışır şekilde bu eksikliklerini bilgilenmek suretiyle giderebilirler. Eğitim ve terbiyeden eksik yetişmiş, sade bir insanımızın yaptığı hata ve kabalık, bu gibi insanların yaptıkları yanında kibarlık olarak addedilmelidir. Başka bir deyişle bu gibi insanların yaptığı kabalık ve küstahlıklar, sade bir insanımızın yaptığı yanında daha çok affedilmezdir. Ben, her gün Tv'lerde boy gösteren, katıldığı programın devamlı konuşmacısı olan akademik ünvanlı bir zât'ın (aynı semtte oturuyor ve sık sık karşılaşıyoruz) yürürken yol üzerine genizinden çektiği balgamlı tükürüğü büyük bir gürültü ile tükürdüğünü gördükten sonra, yola tüküren diğer insanları ayıplayamaz hale geldim.




34 yorum:

Adsız dedi ki...

Allah'ım bu ne uzun bir yazı!
Sanki kırmızı halı ve üzerinde notlar...
Ben 3. notta iptal oldum ve yoruma geçtim; akşam çayımın yanında okurum:)

The Merika dedi ki...

baştan sona büyük zevkle okudum sevgili hektor.inşaatları yıkıp yerine yenisini yapabilmek için.o bellek denen seti aşmak gerekiyor zaman zaman.tam yenisini kuralım derken unutmayan hafızamız inşamızın çürük olmasında kaçınılmaz en büyük dert.
osho der ki:bilinmeyene duyulan korku ile tanıdık olanın güvencesi bilinmeyenin yarattığı güvensizliği ve öngörülemezliği insanı korkutur.

bozbek dedi ki...

hangi biri hakkında düşüncelerimi söylesem ki şimdi?

dayatmalarda kayboluş dedi ki...

müthiş.. çok sevdim bunu.. yorumlarına tek tek yorum yazayım bari..:)

sıgara.. seviyom yaa..

dayatmalarda kayboluş dedi ki...

sevgili konusunda yorum yok.. aşkı zaten ya tanımadım ya da benimki hafif bir şeydi..

dayatmalarda kayboluş dedi ki...

68 de orada olanlara ne olduğunu bildiğini umuyorum:)

dayatmalarda kayboluş dedi ki...

sonradan görme olunca arazi arabasını işlevi için değil gösteriş için alır..

Joujou dedi ki...

Zaman tüneli gibi oldu bu :) Bir nedeni var mı?

dayatmalarda kayboluş dedi ki...

sonolarakİ

türkçe okumak konusunda sana katılmakla beraber, benim adımı ingiliz doğru söylesin ben de onun adını doğru söyleyeyim derim.. söylemiyorsa benim onun adını yanlış söylememe alınmasın eleştirmesin..


ünvanlar konusnda kesin aynı fikirdeyiz.

makas örneğine bayıldım.. çok haklısın yine..

Adsız dedi ki...

Ay lav sıtarbaks ama...:)

Yueya dedi ki...

20 ile 35 yaş aranı çok merak ettim.

Hektor dedi ki...

Nar-ı Can;

Sayfayı kırmızı halı olarak görmen beni onore etti.
Kırmızı halılar ünlü ve önemli kişiler içindir. Tıpkı benim için bu sayfanın sizlere ait olduğu gibi.

Hektor dedi ki...

The Merika;

Zevkle okumana sevindim. Osho çok doğru söylemiş. İnsanoğlu bilinmeyenden hep korkmuş ve tanrıları yaratmış.

Hektor dedi ki...

Bozbek;

Haklısın, çok faklı konular ard arda sıralandı. Sabırla okumuş olmana teşekkür ederim.

Hektor dedi ki...

DY;

Senin için uzun yazmak mı zor, yoksa uzun yazılan bir yazıyı okumak mı diye sormaktan kendimi alamayacağım?
Sigarayı sevenlerin, içerken ne kadar büyük keyif aldığını, daha önce içen biri olarak çok iyi biliyorum. Seviyorsan iç. Sevdiğin şeyden uzak durma.

Zeugma dedi ki...

Ziyaret edilen bloglardan dikkat çeken alıntılar olsa gerek tüm bunlar.
Kişilerin olayları kendilerine göre yorumlama biçimleri. Birkaçını okuyabildim ancak. Ve çok beğendim.
Bir konu hakkında insanın ufkunu açabilecek yapıda yazıları seviyorum. Ağlak yazılar hiç bana göre değil..

Bu şekilde bir post yapmak iyi fikir. Teşekkürler Hektor.

Hektor dedi ki...

DY;

Aşkın tarifi nedir diye sorsak, değişik yanıtlar alırız. O hafif dediğin şey aşkın kendisi olabilir.
İnsan farkında olmadığı halde aşk yaşamış ya da aşk yaşadığını sandığı anda yaşamamıştır. Sonuçları hep aynı olmayabiliyor.

Hektor dedi ki...

DY;

Çok iyi biliyorum. Ölenler ve öldürülenler kalbimizde yaşıyor. Geri kalanların bir kısmı holdinglerde yönetici, yalılarda oturan gazeteci, milletvekili, dönek oldu. Asıl olan, onlardan feyz alıp da, 12 Eylül'ün üzerinden geçtiği, yitirilen 78 kuşağıdır. Çok daha ağır şartlarda geçirmişlerdir süreçlerini. Kayıptır onlar ve daha bağlıydılar ideolojilerine.
68'liler onlardan daha şanslıydı. Ama yine de 68' de orada olmak vardı.

Hektor dedi ki...

DY;

Sonradan görme tabirinden daha çok "görgüsüz" tabirini kullanmayı yeğliyorum. Zenginliğini aileden almayıp da sonradan olup, bunu hazmeden ölçülü ve dengeli kişilerimiz de var. Gösteriş ve şımarıklık, katılıyorum.

Hektor dedi ki...

Joujou;

Yazışmaktan zevk aldığım ve karşılıklı severek yazdığım yorumlardı bunlar. Kişinin yayınladığı postlardan çok, yazdığı yorumlar, onu daha iyi anlatır düşüncesinden yola çıkarak yayınladım. İzleyici kitlemin dışında yazdığım bu yorumları okuyamayan izleyicilerimin okumasını sağlamak bir başka düşüncemdi. Tıpkı, çok zaman sonra mektuplarını okuyucuları için yayınlayan ya da bir dergide yazdığı yazıları kitap yapan gibi. Tek farkla ki, burada kendisine yorum yazılan kişi(ler) belirtilmemiş. Eğer buna rağmen olumsuz bir istekle karşılaşırsam, gereğini yaparım. Farklı zamanlarda, farklı konular için yazdığım ve yazmaktan zevk aldığım bu yazıları senin de dediğin şekilde karışık bir sırayla zaman tüneli gibi yazarak ilk yazdığımda aldığım o zevki yeniden tattım.

Hektor dedi ki...

DY;

Adının doğru söylenmesi çok önemli. Adını bilmiyorum ama, Anglo Sakson fonetiğine uygun değilse ne yapsın İngiliz:)
Teşekkür ederim, örneğe bayılmana sevindim.

Yazının uzun olması okunması konusunda endişelendirmişti beni. Fakat bakıyorum, okunmuş. Buna ayrıca sevindim. Buradan, çok teşekkür ederim, sana ve okuyan diğer izleyenlerime.

Hektor dedi ki...

Nar-ı Can;

Sen sevmene devam et, bana bakma...:))

Hektor dedi ki...

Zeugma;

Ziyaret ettiğim bloglara yazdığım yorumlardan derlemeydi. Birkaçını bile okumuş olman sabır işiydi, çok uzun olmuş.
Bn de teşekkür ederim.

Hektor dedi ki...

Hily;

Nasıl anlatsam?

Zeugma dedi ki...

Boşluklarımda gelip hepsini okumayı düşünüyorum Hektor...

Hektor dedi ki...

Zeugma;

Ayıracağın zaman için şimdiden teşekkür ederim.

dayatmalarda kayboluş dedi ki...

görgüsüz tabiri ile değiştirdim hemen sonradan görme tabirini.. haklısın çünkü..

ben yine 78 de kalmak isterdim..

uzun yazarım ama upuzun okurum..! herhangi okuyacak bir şey olduğunda önümden almazsan ben seni dinlemem okurum.. elimde değil..

Hektor dedi ki...

DY;

Hassasiyetin için teşekkür ederim. Böylesi daha iyi olur..

68' de orada olmayı istemek başka bir şey. İşte, benim de tam olarak kalmak istediğim yıl '78.

Önünden almam sevgili DY. Ama tek farkla ki, sen okurken ben seni dinlerim:)

Yueya dedi ki...

yazarak :)

dayatmalarda kayboluş dedi ki...

çok zekiceydi okurken dinlemek.. biliyorsun değil mi, sesli okumak da ayrı bir snat. Şimdi bir de sesli okumayı da öğrenmem gerek..mi?!

Hektor dedi ki...

hily;

çok zor:(

Hektor dedi ki...

DY;

Teşekkür ederim.
Abartılmış bir iltifat olarak kabul ediyorum.
İyi bir dinleyiciyimdir, hem okuyana hem de yazana değer veririm.
Senin de, yazdığın kadar güzel ve iyi bir okuyucu olduğundan şüphem yok.

Nini Nileud dedi ki...

içlerinde benim için en kıymetli lan yorumlarım da var! sen herkesin tanışması gereken bir blog yazarısın!

Hektor dedi ki...

nini;

Senin bir yazına yazdığım yorum da var derlemenin içinde. Değerli olan sensin. Teşekkür ederim. Bundan böyle artık daha sık görürüz seni umarım.