25 Şubat 2015 Çarşamba

VAHŞİ BİR KIYIMIN ARDINDAN İDEOLOJİK YARDAKÇILIK VE İDAM ÖZLEMİ İLE KRALDAN ÇOK KRALCI OLMAK

http://www.sinemagunu.com/wp-content/uploads/2013/11/irrever.jpg
"Soyunma odasında atılan eğitimli(!) bir tokadın anatomisi" başlıklı yazımı yazdıktan sonra haberi çıktı Özgecan Aslan'ın vahşice öldürülmesi olayının. Haberi okuduktan sonra kendi kendime; "keşke dedim, keşke" tüm şiddet olayları o yazımda ele aldığım olay kadar olsaydı. Ve işlenen bu cinayetin yanında ne kadar da basit ve ne kadar da hafif kalmıştı o tokat olayı. Yazmak için hem elim gitmedi, hem de yeteri kadar zaman bulamamıştım, bir de üstüne üstlük ağır bir grip geçirmiştim. Şu günlerde yazma fırsatı buldum ve unutulması mümkün olmayan hunharca cinayetin etkisi henüz geçmiş de değil. Tam o günlerde bu cinayet ilk değil, son da olmayacak derken, alperen esnafımız(!) tarafından öldürülen Gazeteci Nuh Köklü haberi ile içimiz bir daha acıdı. Hergün hemen hemen hergün ülkenin çeşitli yerlerinden yine vahşice öldürülen kadın, çocuk, yaşlı haberleri gelmeye devam ediyordu. Bu bir toplumsal çılgınlıktı. Bu cinayetlerin ve özellikle daha yirmisindeki genç kızımızın öldürülmesi karşısında hepimiz haklı olarak tepki gösterdik. Bu tür vahşi cinayetler, ceza yasasından kaldırdığımız fakat toplumun bir kesimi tarafından zihninde geriye atılan idam cezası isteğinin de yeniden gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur. İş kahvehane kültürü seviyesinde konuşulup: "Sallandıracaksın meydanda bir kaçını bak bakalım bir daha oluyor mu?" ya getirilmiştir. Yaşananlar ve araştırmalar göstermiştir ki, çağdaş toplumlarda idam cezası da bir vahşettir. Ceza bir öç alma aracı değildir. Bunları söyleyenler öldürülen kızımızın Anne-Babası kadar sağduyulu olamamıştır. Birinci dereceden içi yanan, kavrulan Baba:  "Benim kalbime ateş düştü, ben yandım. Evet, ilahi adalet tecelli edecek, buna da inanıyorum. Ama çözüm idam değil. Benim kızımın üzerinden tartışılması beni rahatsız ediyor." derken, bazı kesimlerin idam cazası istemesi "kraldan çok kralcı olmak" olmuyor mu? Suçluya aynını yapmak, işlenen suç kadar vahşi çözüm üretmek değil mi?. Tecavüze ve şiddete karşı olan bazı kişiler de bu gibi tecavüzcülere hapihanelerde tecavüz edilip cezalarını çekmeleri yolunda fikir üretiyorlar. Cezaevlerindeki suç yapıları içinden çözüm bulmak ve karşı olduğu tecavüz olayının yine tecavüzle cezalandırılmasını istemek, cezaya karşı öç ve kısas yolunun açılması anlamına gelir ki, bu da çağdaş toplumlarda düşünülmeyecek kadar ilkel çözümdür. Toplumsal düzeni bu şekilde koruyamayız. Hepimiz çağdaş toplum olmak yolunda ilerlemek istemiyor muyuz? Suç işleyen kadar vahşi ve barbar duyguların öne çıktığı bu durumda ondan aşağı kalan yanımız ne olur. Yankesiciliğin cezasının idam olduğu İngiltere'de (bir dönem), yankesicilik suçunun en çok yankesicilerin idam edildiği halka açık alanlarda işlendiği tespit edilmiştir. İdamların caydırıcı olmadığı araştırmalarla kanıtlanmıştır.
Olaydan sonra yaşanılanların bir diğer çarpıklığı da, artık o dereceye kadar geldi ki; vahşice işlenen suça bile ideolojiyi karıştararak egemen güçlere olan yardakçılıkta arzularına ve hırslarına gem vuramayan insanlar ile bu gibi kişilere karşı kadına şiddeti kınayanların adının da vaktiyle 'kadına şiddet'le anılması, 'topuktan vuranların' yardakçıya karşı kadını savunması da trajikomik ülkem manzaraları olmasıdır. 
Özgecan'ın cenazesini kadınların taşıması ve "ona bir başka erkek eli daha değmesin" demelerini, kadınların bu vahşi kıyıma olan tepkisi olarak görmek ve anlamak isterim. Yoksa erkeklere karşı olan bir tepki olarak değil. Çünkü bunun bir erkek sorunu değil bir kafa sorunu olduğunu, Kepez'deki Okulun Müdür Muavini Kadın Eğitimci((!) okulda "taciz timi" kurarak göstermiştir. Bu kadın erkek egemen kültür öğretisini iyice içine sindirmiş ve benimsemiş demek ki.Yapılmak istenen, Pierre Bourdeieu'nun dediği gibi; "kültürel yeniden üretim kavramında egemen sınıfın kültürünün eğitim sistemi yoluyla nesilden nesile aktarılması sürecidir." Kültürel yeniden üretim, daha çok siyasal yapıların meşrulaştığı ve otorite elde ettiği bir süreç olarak görülebilir. Taciz timi eğer başarıya ulaşsaydı şu iki sonuç alınacak ve bir taşla iki kuş vurulacaktı. Birincisi, kızlar mini etek ve tayt giymekten vaz geçirilecekti.  İkincisi, okullarda erkek öğrencilerin kız öğrencilere tacizi var denilecek ve çok arzulanan "karma eğitimden vazgeçme" senaryosu uygulanacaktı belki de "kızlar pembe otobüse" diyeceklerdi. Bu şiddet sarmalında ailelerin buna karşı çıkacağını sanmıyorum.  Araştırmalar tacizin, egemen ve güçlü olandan zayıfa karşı yapıldığını göstermiştir. Taciz üstten asta yapılır. Toplumsal statüsü yüksek olandan, aşağıdakine yapılır. Cinsiyeti ne olursa olsun büyükten küçüğe yapılır. Bulunduğu konuma ve yaşına göre tacizde bulunan kadınlar da vardır. Kadınların da taciz de bulunduğunun "tanığı ve kişisi olduğum" gerçeği, Özgecan Cinayetinin vahşiliği gerçeğini değiştirmez. Erkekler erkekliğinden utanmasın, sorun erkek olmakta değil, zihniyette. Giderek kadın erkek düşmanlığı yaratılmasın. Yeteri kadar bölündük. Bir de erkek düşmanlığı sebebiyle bölünmeyelim. Erkeklere potansiyel tacizci gözüyle bakmak, zamanla paronaya seviyesine gelir ki, bu da kişinin sağlıklı iletişim kurmasını ve doğal olanı yaşamasını engeller.

Hiç yorum yok: