25 Şubat 2012 Cumartesi

LÂF SALATASI


Bab-ı  Âli kapısından mürûr edip geçer iken, tek bir atlı süvariye tesadüfen rast geldim. 

Yukarıdaki cümle ilk bakışta vay be! dedirtecek cinsten arapça sözcüklerle donatılmış ve söylendiğinde kulakda müzikâl bir ses bırakan, süslü  ve sanki bir şairin dilinden çıkma gibi görünüyor değil mi? Hiç de öyle değil. Eş anlamlı sözcüklerin bir arada kullanımlarını hicvetmek için yapılmış bir salata. Hem tekrar eden sözcüklerden oluşan bir salata. Hem de bir dil salatası.

Cümlenin içindeki sözcüklerin anlamlarına bakacak olursak:

Bab: Kapı,
Kapı:  Kapı,
Mürur etmek: Geçmek,
Geçmek: Geçmek,
Tek: Bir, eşi olmayan,
Bir: Bir,
Süvari: Atlı asker
Atlı: Atlı,
Tesadüf etmek: Rast gelmek,
Rast gelmek: Rast gelmek.

Bunu aynen söyleyenine rastlamadım henüz! Aynını söyleyebilen ne demek istediğini biliyordur zaten. Ancak bu ve buna benzer cümleleri kuran, kullanan kişliler, konuşmacılar ve programcılarla her gün, her saat gerek günlük hayatımızda gerekse görsel basında sık sık karşılaşıyoruz. Siz de takip edin yakalayacaksınız onları. Ve sonra da, yukarıdaki cümlede olduğu gibi, çoğunlukla dilimize yerleşmemiş ve hatta Türkçe karşılığı olan İngilizce sözcükleri, arapça sözcükler gibi Türkçe cümleler içinde gerek Türkçeleriyle birlikte, gerekse özgün halleriyle cümle içinde kullanalarak dilimizi kirletenleri  bir düşünün.

Bir de şu var:
Bosforuma icip kaçtı. Öhöm jödi, öhöm jödi. Körolası nepa sorti.

Yukarıdaki ilk cümle, Arapça bilmenin şımarıklığı devrinde yapılmış bir cehalet örneği, diğeri  ise; Fransızca'nın moda olduğu dönemde yapılmış aptalca bir şımarıklık.





23 Şubat 2012 Perşembe

Hektor'a göre TRAJİK SONLU FİLMLER 10 - Bonnie and Clyde

TRAJİK SONLU FİLMLER 9 - Midnight Cowboy

TRAJİK SONLU FİLMLER 8 - Requiem for a Dream

TRAJİK SONLU FİLMLER 7 - The man who wasn't there

TRAJİK SONLU FİLMLER 6 - Ran

TRAJİK SONLU FİLMLER 5 - Umut

TRAJİK SONLU FİLMLER 4 - Yatık Emine

TRAJİK SONLU FİLMLER 3 - Hair

TRAJİK SONLU FİLMLER 2 - The Reader

TRAJİK SONLU FİLMLER 1 - Dancer in the Dark

21 Şubat 2012 Salı

REMBRANDT' IN RESMİ ÜZERİNE

 Karanlıklar arasından bir ışın
 Bir kadın vucuduna vuruyor 
Aşağıdan yukarıya 
Yıkanmak üzre 
Geceliğini kaldırmış 
Bacakları bütün kadınların 
bacaklarından 
Ama o ezele kalacak 
O bir ışın yüzünden 
Aydınlatan yaşamımızı 
Aydınlatan yalnızlığımızı 
Bir tek ışın 
yaşasın.
  
 Can Yücel

Işığın ressamı Rembrandt ve Çağdaşları: Hollanda sanatının altın çağı sergisi Sakıp Sabancı Müzesinde.

20 Şubat 2012 Pazartesi

BEŞ DUYU DENEYİ, LAUTREC

HENRI DE TOULOUSE LAUTREC

Renk : Moulin Rouge
Koku : Fahişe pedi atık ünitesi
Dokunsal : Koltuk altı kısmına dokunan Remy Martin şişesi
İşitsel : Avangart kahkaha.
Tat : Taşbaskı yemek.

RÜYAMDA 19 ŞUBAT

             Bilmediğim ve daha önce görmediğim bir ülkedeyim. O ana kadar adını dahi duymadığım bu ülkeye nasıl geldiğimi de bilmiyorum. Ülkede şiddetli bir deprem oluyor. Kendimi bir cafede otururken buluyorum. Karşımda da ülkenin başbakanı oturuyor. Yüzündeki kindar bir ifadeyle ve aynı zamanda da 'sen ne bilirsin' der gibi müztehzi bir gülümsemeyle  sabit bir noktaya bakıyor. Baktığı yerde hiç bilmediği bir dilden yazılmış digital yazı panosu var. Ellerini masanın üzerinde birbiri ile kenetlemiş. Hiç konuşmuyor, ben de konuşmuyorum. Bir süre baktıktan sonra ayağa kalkıp gidiyor. Yürürken arkasından bakıyorum ve kendisini,  melon şapkası ve ellindeki bastonuyla geçirdiği kazalar ve bir dizi ameliyattan sonra kısalan bacaklarıyla sendeleyerek yürüyen Henri de Toulouse Lautrec olarak  görüyorum.

17 Şubat 2012 Cuma

BEŞ DUYU DENEYİ, ATATÜRK

Renk: Daima aydınlık
Koku: Köstekli saate çarpan şarapnel parçasının vücutta bıraktığı yanık metal kokusu
İşitsel: "En büyük eserim Cumhuriyettir" sözünün kalplerdeki yankılanışı
Dokunsal: Vatanını sıvazlayacak kadar büyük şefkatli baba eli
Tat: Üzerinde yattığı karlarda bir böbreğini bırakmasına rağmen duyulan zafer tadı.



 Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi kız öğrencilerinin kime saygısızlık yaptığının hatırlatılmasıdır.

15 Şubat 2012 Çarşamba

AŞK TÜM GÜNAHLARI AFFEDER


       
Ayrı bedenler içinde yaşayanlara

       
           Üniversite zamanlarında evin eski halısı üzerinde çilingir sofrası kurmuştuk, yosun yeşili gözlü bir kızla. Karşılıklı oturup herşeyimizi, ne var ne yoksa bulduğumuz bir örtünün üzerine koyduk. Bir şişe de şarabımız vardı. İçki dozumuz düşüktü o sıralar, yetecek gibiydi ikimize de.  Klasik müzik eğitimi almış bir kızdı. Piyano çalardı. Hiç de alışık olmadığı bir müziğin sesi vardı pikapta, sertti. Şarabın etkisi olmasaydı pek çekemezdi sanırım. "Seni hiç tanımıyorum" dedi birden. "Başka kızlarla da burada oturup piknik yapıyor musun"? diye sordu. Kıskançlığından bahsetti. Hava çok sıcaktı. Terler saçlarının dibinden çıkıyor ve alnının kenarından yanaklarına sızıyordu. Sonra ben de ona kıskançlıklarımı anlattım. Onun kıskançlığı ölçülemeyecek kadar fazlaydı. Anlatırken daha da terliyordu. Sırılsıklam olmuştu! Her bağırdığında gerilen bedenim kendimi bir an evvel oradan alıp kaçırmak istiyordu. Yaşlı ve yorgun hissetmeye başlamıştım ve de kimsesiz. Gırtlağım düğümlenmişti, düğümlenmişti de,  sanki yanyana iki ceviz duruyordu gırtlağımda ve yutkunamıyordum. Birden iki ceviz arasından çıkan şu sözlerle bedenim daha da rahatladı. "Lütfen kıskançlıklarınla birlikte gider misin buradan?". Annesiz bir kızdı. Annesizliğin boyun bağı vardı üzerinde.  Babasına karşı da hassastı. Babasının tüm kadınlarını kıskanıyordu. Hiçbir şey demeden çıktı. Ben de deniz kıyısına indim. Kıyıdaki su birikintilerinin üzerindeki taşlardan atlayarak ulaştığım sandallardan birinin içine oturdum. O an yapayalnız hissettim kendimi ve "vücudumda bir kadının sarılacağı boşluk her zaman olacak" dedim. Onu, kime ne zaman ve nasıl ayıracağıma karar vermemiştim ama mutlaka olacaktı. Dinlenirken düşündüm bunları aynı zamanda. Her aklıma geldiğinde ne zaman diye sordum kendime. O an vücudumda bir kadının sarılabileceği boşluk var mıydı? O gün sandalın içinde herşeyden sonra, denizin gökyüzü ile birleştiği noktadaki alı al, moru mor bulutlara baktım ve "aşk tüm günahları affeder" dedim...!!! Nedense?


Fotoğraf: Anna Karina (Vivre Sa Vie)


13 Şubat 2012 Pazartesi

Nick Cave - Shoot Me Down

KISA BİR RÜYADA, 13 ŞUBAT

 

               Evdeyim. Kapının zili çalıyor, açıyorum. Karşımda resmi üniforması ve yüzbaşı rütbesiyle İlker Başbuğ duruyor. Hiç kıpırdamıyor ve konuşmuyor. O esnada alt kat merdivenlerinden yukarı doğru çıkan birinin ayak sesleri geliyor. Biraz sonra gelen kişinin bir kurye olduğunu görüyorum. Soru cümlesi ile adımı telâffuz ediyor, "benim" diyorum. İmzalayıp adıma gelen zarfı alıyorum. Zarfın içinden bir mektup çıkıyor. Migros'tan göndermişler. Mektuptaki yazı, D.Y.' nin bloğunda benden habersiz ve hiçbir katkım olmadan ve otomatik olarak, o her yazı yazdığında yorumum çıktığını, bunun düzeltilmesini istiyor. Dip not olarak, okuduktan sonra mektubun altındaki bölümü imzalayıp geri postalalam gerektiği yazıyor. Ben de öyle yapıyorum. Öncelikle D.Y.' yi arıyor ve ona hatanın benden kaynaklanmadığını söylüyorum. Sonra geri postalamak üzere yakınımdaki  Fenerbahçe PTT şubesine gidiyorum. Gittiğimde kapıda şöyle bir yazı görüyorum: "Şubemiz henüz açılmadı. 2009 Mart ayında hizmetinize girecektir".

11 Şubat 2012 Cumartesi

İŞPORTACI

Hiçbir işportacı yoktur ki, tezgahına satmayan mal koysun.
  

                
(Esin kaynağı, Zeugma'nın postuna yazdığım yorum)

 Burada, kadınları meta olarak görme ve aşağılama gibi bir maksat yoktur. İşportacıyı kadın, tezgahtakileri de erkek ya da her iki figürü de aynı cinsten görebilirsiniz. Tezgahtakilerin yerinde eski eşya da olabilirdi.



 Kullanılan resim, Gomeda filminden bir kare.

7 Şubat 2012 Salı

RÜYAMDA 7 ŞUBAT

            On yıl kadar önce kapattığım eski işyerimin ofisindeyim. İçeri, biri orta yaşlarda diğeri genç iki kişi giriyor. Bana bir kart uzatıyorlar. Karta bakıyorum, şimdiye kadar hiç görmediğim bir dilde yazılar olan ve yine şimdi yaşamayan eski iş ortağımın kartviziti olduğunu görüyorum. Gelenler, ortağımın benimle bir randevusu olduğunu  ve onu aramamı söylüyor. Karttaki telefon numarasına odaklanıyorum. Numaralar arabic karakterde yazılmış. Fakat iyice göremiyorum. Ofise gelenlerden genç olana veriyorum. Numarayı sen oku ben de çevireyim diyorum. Fakat ne yaparsam yapayım, numarayı çevirmeyi başaramıyorum.. Daha sonra orta yaşlı adam ve genç olan alıyor telefonu, onlar da başaramıyorlar. Tam olarak numarayı çevirmek mümkün olmuyor. Daha fazla uğraşmadan gidiyorlar. Aşağı iniyorum. Yeğenim kapının önünden geçiyor. O günlerde ilkokula yeni başlayan yeğenim 'A.B.', 18 yaşlarında liseli bir delikanlı olarak görünüyor. Telâşlı bir şekilde, bana; 'T.A. beni çağırmış, bir iş görüşmesi  yapacakmış, buluşacağımız yer olarak da, sizin eski iş ortağınızın ofisini vermiş' diyor. 'Peki' diyorum, 'git, ama mademki bir iş görüşmesi, ona benim  yakınım olduğunu  söyleme,  Bakırköy'deyken, o zamanlar ünlü olmanın cesareti ve kendine güveni ile mahalledeki kız arkadaşım H.Ç.'yi basit bir neden yüzünden ağlatmıştı ve ben de onunla takışmıştım'...diyorum. 'Olur' diye karşılık veriyor. Ben de giderken arkasından sesleniyorum. 'Mankenlik teklif ederse, hayır de'!

3 Şubat 2012 Cuma

RÜYAMDA 3 ŞUBAT


                  Bilmediğim bir yerde ve kalabalık bir topluluk içindeyim. Geniş bir mekânda herkes ellerindeki mızraklarla atış sırasının kendine gelmesini bekliyordu. Karşı duvarda bir dart tahtası vardı. Boyu iki metreye varan mızraklarla dart tahtasındaki hedefi vurma yarışması yapılıyordu. İlk yarışmacı, belirlenen mesafeden elindeki mızrağı hedefe doğru fırlattı. Mızrak olanca hızıyla hedefi tam ortadan yararak geçti ve gözden kayboldu. O esnada kendimi bir anda evde buluyorum ve elimde bir halı ile mızrağı aramak için yürüme mesafesindeki, yaşadığım yer olan Fenerbahçe-Dalyan sahiline gidiyorum ve mızrağın her zaman oturduğumuz çimlere yarıya kadar saplanmış olduğunu görüyorum. Aynı kalabalıkla orada da karşılaşıyorum. Bu kez insanlar evlerinden getirdikleri halıların üzerinde içkilerini içiyorlar, getirdikleri yiyecekleri yiyorlardı. Biraz sonra herkes üzerinde oturduğu halıları da alıp kıyıdan biraz uzaklaşıp, yüzlerini Kınalıada'ya dönerek beklemeye başladılar. Yanımda duranlardan birine 'neler oluyor?' diye sorduğumda, o da bana 'şimdi halı uçurtma yarışması var, onun için kıyıdan açıldılar, biraz sonra kıyıya koşarak gelecekler ve ellerindeki halıları uçuracaklar' dedi. 'Neden halı' dedim, 'bildiğimiz uçurtma' değil. 'Çünkü halı daha çok yük kaldırır' dedi. 'Ne yükü, halıların üzerine yük mü koyacaklar' diye sordum. 'Hayır' dedi. 'Bu insanlar, belleklerindeki kötü anıları ve düşünceleri ile bedenlerinde ve kafalarında kendilerine ağır gelen ne kadar yaşam yükü varsa halıların üzerine koyarak uçuracak ve ne kadar yükseğe uçururlarsa o kadar çok yükden kurtulacaklar ve hafifleyecekler' diye ekledi. 'Peki kimin kazandığını nasıl anlayacaklar, gözden kaybolunca hangi halının ne kadar yükseldiğini anlamak çok zor olsa gerek' dedim. Bana,  'şurada yatan yün yumağı şeklindeki beyaz kediyi görüyor musun' diye sordu. 'Evet' dedim. 'Halılar gözden kaybolunca, her yarışmacı tartılacak ve tartı sonunda o kedinin bir tüyü kadar ağırlığa sahip olan kazanacak' dedi. 'Unutmadan söyleyeyim; bu konuda Hereke halıları çok daha şanslı'! diye de eklemekten kendini alamadı. Her yarışmacı elindeki halıyı sırası geldiğinde denize doğru koşarak havaya fırlattı ve bir zaman sonra gökyüzü renk renk halılarla kaplandı.