Sürekli kendini ispat içinde olma tutkusu, kişinin yanlış tanınabileceği kuşkusundan kaynaklanıyorsa buna bir dereceye kadar hoşgörü ile bakılabilir. Gerçek yaşamda, insanların birbiri ile yüz yüze olduğu durumlarda kuşku duymanın bir anlamı yoktur. Davranış ve sözlerde dürüst davranılıyorsa kişi kendini içtenlikle dışa vuruyorsa, en az o kadar tanınabileceği kesindir. Kişilerin birbirini göremediği, duyamadığı, davranış ve konuşma becerilerini duyuları ile anlatamadığı ortamlarda (burası yani blogger gibi), yanlış tanınma ve tanınamama kuşkusu duyulması olağan bir davranıştır. Yazılanlar her zaman kişiyi tanıma ve belli bir düzlemde hayal etme konusunda yeterli olmaz. Davranışı, duruşu, oturuşu, toplum içindeki saygınlığı, konuşması, huyu, karakteri yazılarına tam olarak yansımaz. Ancak o kişi hakkında sadece fikir verir. Sadece dünya görüşünü yansıtır.
Bazı insanlar 'burada' "kuşku duyanlara" örnek gösterilebilirse de, gerçek hayatta ve toplum içinde kendini ispatlamaya gayret etmez ve buna da gerek duymazlar. Ne oldukları ve nasıl oldukları, gerek fiziksel ve gerekse fikirsel olarak herkesin gözü önündedir.
Kendine, içinde yaşamak zorunda olduğun bu insanlara, konuşmak zorunda olduklarına ve sevdiğin ve seviştiklerine tahammül edebilmen için, (seni) şaşırtacak bir şeyler bulmalısın.
Libido, kişinin kendi organizmasında ve karşı cinsle iletişiminde özgürce davranmasaydı hayatın nüvesinden bahsedemezdik. İşte tam bu noktada, hayatı ahlakın hizmetinde gören bizim gibi toplumlar geliyor gözümün önüne. Çok şeyi bilip de bahsedemediğimiz gibi.
Anıların güzelse ölsen de gam yemezsin artık.
Çok uzaktan biri, bir tek hissettirme ile seni nasıl kırdığının farkında olmayabilir, aynı zamanda o kişi, bir tek hissettirme ile sende beklenti oluşmasına da yol açmış olabilir. Bundan kendini sorumlu tutup ahmaklıkla suçlamamalısın.
Bütün bir ilişkiyi gidiş anına odaklanarak değerlendirmek pek doğru olmaz kanımca. O, ilk günden itibaren yaşanmışların toplamıdır. Yaşadığın anların güzelliğini anımsa. Ayrılmadan önceki son görüntü ile, ilişkiyi bitirmeden önce ağızdan çıkan son sözle değerlendirmek, yaşanmış olan soylu iklişkiye gölge düşürür. Şu düşünce de haklı olabilirsin: Bir kadını terk etmek (bırakılmak) kadının soylu kutsallığına darbedir. Yani bir erkek, kadını terk etmekten değil, kadın tarafından terk edilmekten yana olmalıdır. Bu önceliği kadına vermelidir.
Bir kadın ile bir erkek arasında yaşanan birliktelik; kadın açısından bakıldığında, kırılmak üzere olan büyükçe bir cam parçası üzerinde yürümeye benzer. Her an yaşanabilecek bu kırılganlık kadının tüm bedenini saracaktır. Kadın, camın ilk kırıldığı anda yürümeyi bırakmayacak ve daha dikkatli adımlarla yürüyüşünü tamamlamak isteyecektir. Ne kadar dikkat edilirde edilsin kırılmalar devam edecektir. Cam üzerindeki her çatlak, kalp kırığına dönüşecektir ve artık tamir edilmez boyutta kadını yaralayacaktır, ta ki çatlayıp kırılmayan daha esnek, daha dayanıklı ve adımlarınızı üzerinde yumuşatacak bir cam parçası bulana kadar.
Geçmişe gidip orada kendini buluyorsan eğer, yaşadığın yıllar sana kâr kalmıştır. Her bir kimsenin söylemek ya da yapmak istediği şeyi gerçekleştirmişsin demektir. O da şudur: "O yılın yaşı ve şimdiki akılsallıkla geçmişi yeniden yaşamak".
Kıskanmak ve kıskanılmak güzel bir duygudur. Her zaman için (daha çok) kıskanan değil de kıskanılan biri olmak daha güven verir. Kıskançlık sendromundan söz edilebilmesi için bunun aşırı dozda olması gerekir. Bu gibi durumlarda, erkek ve kadının tepkileri farklılık gösterebiliyor. Erkek, doğrudan kadına yönelik saldırganlık ve şiddet eyleminde bulunduğu halde, kadın erkeğin çevresine karşı saldırganlık ve kötücül davranışlarda bulunup, onun çevresini kendince temizleme yoluna giderek dışavurmaktadır bu tepkisini...
Hiçbir şey önceden belli değildir. Kuram, gerçekleşenler üzerinden istatistiki metodlarla belirlenmiş olup, meydana gelen olaylarla doğrudan bir ilişki kurmak metafizk bir yaklaşım olur. Kendini ferah tut, kozandan çıkıp gönül rahatlığı ile kanat çırpıp uçabilirsin. Hep larva olarak kalamazsın ya. Bence, kelebek etkisinden anlayacağımız, dünyanın biryerlerinde insanları harekete geçiren olayların, başka bir yerde de tepki bulması ve katılımıdır. '68 gençliği hareketi gibi. Fransa'da başlayıp, dünyanın başka yörelerinde ve Türkiye'de de etkileşim bulan hareketti. Ben bunu anlıyorum. Mistik olarak yorumlamaya kalkarsak bu insanı içinden çıkılmaz ve hareket edemez hale getirir. Etrafımızda olan bitenden sorumlu olduğumuz sonucunu çıkarmamıza neden olur ki, bu da insanı başka boyutlara taşır, kendinden uzaklaştırır.
Şefkat duygusunun, daha çok, suçluluk duygusu duyulduğu anlarda yüzeye çıktığına inanır mısınız?
Aşık olan kişide meydana gelen tüm fiziksel ve ruhsal değişikliklere kesinlikle katılıyorum. Kim daha enerjik ve daha zeki ve özgüvenli, daha sağlıklı olmak istemez? Bu soruya verilecek yanıt 'tümden olumlu' ise, buyrun aşık olmaya...
Küçük şeylerden mutlu olmayı başaranlar, hayatı kendileri için kolaylaştıran insanlardır.
Hayat sürekli bir yanılma öğrenme durumudur. Kendi içinde çözümü yoktur. Yollardan birinin seçimi arzuların ve ona karşı olan içimizdeki güçlerin çekişmesidir. Bunlar yaşıyor olduğumuzun kanıtlarıdır. Hiç bir şey duymamak daha mı iyidir? Hayat, iyi olan ile şeytansı olan arasında var olan gerilimdir. İnsanlar iyi olandan da şeytansı olandan da paylarını almışlarıdır. Bütün bunlara rağmen kendimizi değişemez olarak nitelememiz gerçekçi değildir. Yanılma ve öğrenme sonucunda elde ettiğimiz deneyimler, bizlerin hayatı daha başka şekilde karşılamamıza neden olacaktır. Gün gelecek; seni hiç şaşırtmayan o an geldiğinde, değişmenin de sonu gelmiş ve sen herkesi anlıyor ve kendini de tanıyor olacaksın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder