24 Kasım 2014 Pazartesi

KAÇACAK YERİ YOK


Diziler hakkında şimdiye kadar yazmadım. Ne de olsa sadece belgesel:) Yalnızca, bir dizi'den iki fotoğraf karesi kullanmıştım "Repression" adlı yazımda. Kanal D doğrudan doğruya izleyicileriyle oyun oynuyor. Aslında oyun ve eğlence programlarını bir kenara bıraksa ve bu tavrını devam ettirse hiç de kötü olmaz. Hem izleyiciler, her hafta acaba bu dizi nasıl diye ekran karşısına geçer hem de diğer yarışma ve eğlence programları için bütçe ayırmasına gerek kalmaz. Kanal'ın ceo'suna benden öneri(!). Diyeceğim güzelim dizileri izleyicisinden habersiz yayından kaldırması yetmiyormuş gibi, onları öksüz ve yetim kalan çocuklar gibi ortada bırakmış olmasından ötürü ne bir açıklama ne de bir özür geldi bugüne kadar. Pat, efendim neymiş dizi reytinglerde üçüncü-beşinci olmuş. Kanal D zaten tüm izleyenler ve tüm saatler arasında en çok izlenen kanal. Bunun kanal'ın kendisi grafiklerle açıklamıştı. Hal böyle olunda ekrana koyduğu dizinin üçüncü ya da beşinci olması ne gam olmalı diye sorası geliyor insannın. Günde 18-20 dizinin yayınlandığı tv kanallarında, yayındaki bir dizinin birinci ol(ama)ma olasılığı ortada iken bu açıklama inandırıcı gelmiyor. Saçma sapan diziler yayında kalırken kaliteli yapımların reytinge kurban gitmelerine üzülüyor insan ve "bu dizileri kimler seyrediyor" diye sormaktan da kendini alıkoyamıyor. Zaten en çok izlenen bir kanal, o gün ve o saatte dizisinin beşinci sırada olmasıyla amacına ulaşmış sayılmaz mı? O gün ve o saat, maç günü ve maç saati olmasına, yayında spor programları bulunmasına rağmen üçüncü- beşinci olması da başarıyken bu kaygı neden.
Yayından kaldırılan dizilerden biri "Benim adım Gültepe" idi. İzmir'in yoksul ve dış mahalllerinden birinde yaşayan ve her birinin ayrı ayrı hikayesi olan bizden birilerinin anlatıldığı dizi. Oyuncu seçiminden oyunculuğa kadar, hikayesine kadar bizden olan bir diziydi. Çocukların hikayesi bile başlı başına bir dizi olabilecek sağlamlıkta bir çalışmaydı. Yazık oldu. Günlerce bir başka kanal satın alsa da bitmese dedim ama nafile.
Urfalıyam ezelden .ötünü kurtardı. O da bizim küçük insanlarımızın dizisi. Kız kaçırma yüzünden çıkan kan davası yüzünden Urfa'dan İstanbul'a göçen, sıra gecelerine çıkan müziysen bir aile üzerinden İMÇ ve müzik dünyası anlatılıyordu. Hem her ne kadar kan davası ile göç etmiş bir aile olsa da maço görünümlerinin altında yatan duygu ve insanlık gibi barışçıl yaklaşımlara bugün de ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Dizi de kullanılan türküler de işin bir başka güzel tarafı idi. Dizi yine reyting kurbanı oldu bir haftalık ayrılıktan sonra diziyi satın alan bir başka kanalda yayınlanmaya başladı. Satın alan kanal'a buradan teşekkür ederim. Bir de sormak istediğim, reyting nasıl bir şeydir, kim belirler, kimlerin evindedir, bu sorumluluk kimin üzerindedir? Hiç bilmem aklım ermez.
Gelelim Kanal D'nin bundan sonra yaptığına. Yayından kaldırdığı dizilerden sonra ağzı öyle bir yanmış olmalı ki, Pazar günü ilk bölümünü yayınladığı yeni dizisini de kurban etmek istemediğinden işi şansa bırakmamış, yaptığı reklamlar, galalar vs. ile izleyiciyi ekran başına çekmeye çalışmış. Başarıp başaramadığını yine kendince yaptığı araştırmalar gösterecek. İlk günü bunu başarmış olsa da bakalım sonraki günlerde bu ilgiyi ve arzu ettiği, hedeflediği reytingi(!) tutturacak mı? Bana sorarsanız işi zor. Ama hiç belli olmaz. Diziyi çok iddialı bir şekilde ortaya koydu. Her şey güzel olsa da hikaye ve senaryo havada kalmış gibi görünüyor. Hikaye öncelikle uyarlama. Uyarlarken yuvarlanıp gitmiş gibi... Başta anne, Balat'ta büyümüş, sonra kocasının isteğiyle kendine göre zorunlu olarak Ayvalık'a göç etmiş, 25 yıldır da orada yaşıyor, çift-çubukla uğraşıyor. Koca'ya bakıyoruz, pısırık, elinden bir iş gelmez gibi, süklüm püklüm gösterilmiş bir adam. İlk bölümün ilk dakikalarında kaynpederiyle çata- çat kavga edip adamcağızın kalp sektesinden oracıkda ölmesine sebep olan bu cevval kadın, nasıl oldu da bunca yıl pısırık kocanın isteğiyle oralarda kaldı anlaşılmıyor. Bu cevval kadın yine aynı şirretliğiyle kocasının ölümüne de birinci dereceden sebep olacaktır. Bir kadın iki saatte (dizinin ilk bölümü içerisinde) hem kayınpederinin ve hem de kocasının ölümüne sebep olacak kadar fevri ve cevval fakat hiç sesi çıkmadan ve 25 yıl Ayvalık'ta kalıyor? Bu kadın okulu terk etmiş eğitime liseden sırt çevirmiş, aynı anda üç kıza birden işmar eden, elinden bir kaçanla bir uçan kurtulan, serseri ruhlu, hayta ve ileride suç makinası olacak potansiyeldeki oğluna: "sen ileride büyük adam olacaksın, herkes senin önünde el-pençe duracak" derken, herhalde onun ileride (dizinin başlangıç sekansına göre 5 yıl sonra) mafya babası olmasını öğütlüyor olamazdı (!). Bu nasıl bir anne figürüdür?
Dönüşlerinde de hiç İstanbul görmemiş gibi, sudan çıkmış balık oluyorlar ve hiç bilmedikleri "Altın işne" paralarını yatırıyor bu çiftçi aile. Her şey kurgu, her şey yapay bir "ben yazdım oldu" senaryosu.
Zeki-Metin'in "Köyden indim Şehire" komedi tarzı hicivlemesi bundan daha ciddiydi(!).
Küçük oğlan, okumuş hukuk bitirmiş, bir hukuk bürosunda staj görüyor, icra dosyaları hafif geliyor, bu zeki (!) stajyer çocuğa. Alacak davalarına bakan hukukçusuyu küçümseyen fakat babasının "kör gözüm kör parmağıma" intihara gidişini anlamayan ve arkasından bakacak kadar da çok zeki(!) biri aynı zamanda bu hukuk mezunu çocuk.
Daha çok yazılacak şey var ama bir hatırlatma, Turgut Özal'ın: "Ben zenginleri severim" demesi gibi, bizler de zenginleri severiz. Herkesin özeline meraklıyızdır. Bu dizilerde anlatılanları izlemek, kişilerin özel hayatlarını izlemek gibi geliyor bana. Çünkü çok kişiseller. Toplumsal hiçbir yanı yok. Sosyal yanı zayıf. Gerçek hayatta popüler ünlülerin özel hayatlarını merak ettiğimiz gibi merak ederiz dizideki özel hayatları da. Dizide şimdilik zengin yok ama sınıf atlamak isteyen karakterler var. Bu da ilgiyi ayakta tutar nasıl olsa. Nasıl mafya babası olunacağını da göreceğiz. Şimdiden küçük bir çetesi oldu bile büyik oğulun. Onlara nasıl sınıf atlatıldığını ve nasıl zengin olduklarını öğreneceğiz. Kendimizden olanları sevemedik bir türlü. Ecevit'in bile mavi gömleği, sümerbank ayakkabısı ile alay ettik. "Adam kendini kurtaramamış, bizi mi kurtaracak" dedik. Kaşanelerde oturan, saray yaptıranları sevdik. Nasıl olsa seyirci bunlara kafayı takmaz. Başını yediği dizilere bakılırsa "Şeref Meselesi" nin kaçacak yeri yok.


Not: İvedi yazdım, yazım hatalarından dolayı özür dilerim.

Hiç yorum yok: