18 Aralık 2012 Salı

UZUN CIVILTILAR 3



Yaşamım boyunca tanıdığım iki insan tipi olduğunu her defasında bıktıracak kadar söylemiş ve yazmışımdır. Varoluştan beri süregelen iki insan tipi... Biri; o ilk zamanlarda arka ayakları üzerine kalkıp yürüyen ilk insan ki, o her kimse (anatomik yapımıza uygun olmasa da) bugün ayaklarımız üzerinde yürüyorsak ona borçluyuz. Diğeri; yine o ilk zamanlarda herkese ve doğaya ait bir arazi parçasını çevirip burası benimdir diyen mülkiyetçi insan. Bugün bütün savaşların kıyımların sebebi, bu mülkiyetçi, sömürgeci ve zengin olmak isteyen insan tipidir.

Depremde yıkılan yurt binasında, belden aşağısı enkaz altında kalan bir kızımız... O kızımıza yardım etmek için, "Türk müsün, Kürt müsün" diye soracak mıyız?

Önceleri "sakat" deniyordu. Sonra "özürlü" denmeye başlandı. Fakat bu da tam karşılığı değildi ve horlayıcı olarak kabul edildi. Bugün negelli deniyor. Ben "engelli" sözünü de tam karşılığı olarak kabul etmiyorum. Her ne kadar, daha yumuşak ve aşağılayıcı olmamakla birlikte, tam karşılığı "engelli" de değil. Engelli olmadıklarını Şafak Pavey'den ve daha nicelerinden görüyor, duyuyoruz. Engelenememişler. Engelli değil, kesinlikle... Taktıkları Protezle ve yardımcı uzuvlarla onlar artık engelli değiller. Önemli olan düşüncelerin engellenmemesi. İşte tam bu aşamada engelli olur insan. Düşünceleri engellendiğinde... O zaman yapacak bir şey yok, çünkü düşünceyi engelleyenlere takılacak "protez beyin" yok.

Bir kadın ile bir erkek arasında yaşanan birliktelik; kadın açısından bakıldığında, kırılmak üzere olan büyükçe bir cam parçası üzerinde yürümeye benzer. Her an yaşanabilecek bu kırılganlık kadının tüm bedenini saracaktır. Kadın, camın ilk kırıldığı anda yürümeyi bırakmayacak ve daha dikkatli adımlarla yürüyüşünü tamamlamak isteyecektir. Ne kadar dikkat edilirde edilsin kırılmalar devam edecektir. Cam üzerindeki her çatlak, kalp kırığına dönüşecektir ve artık tamir edilmez boyutta kadını yaralayacaktır, ta ki çatlayıp kırılmayan daha esnek, daha dayanıklı ve adımlarınızı üzerinde yumuşatacak bir cam parçası bulana kadar.

Bildiğimiz gibi, kış gelince, yazlık giysiler dolabın üst raflarına kaldırılırken kışlık giysiler elimizin altında ve gündelik hayatımızda olur. Sanki biz, kış geldiği zaman giysileri değil de; depresyonu saklı olduğu yerden çıkarıyor ve kışlık giysi gibi üzerimize giyiyoruz. Bütün kış süresince onunla yaşıyoruz. Halbuki, giysilerimizi çıkarıp askıya astığımızda ya da dolaba kaldırdığımızda onu da üzerimizden çıkarmayı bilmeliyiz. Bunu yapamıyorsak üzerimizde olduğu halde onunla hoşça vakit geçirmenin yollarını aramalıyız. Daha şimdiden kestaneleri sobanın üzerine sermeli, daha soğuk günler için sıcak çikolatayı/şarabı ve salepi hayal etmeli, lobide şarabını yudumlarken yağan karı seyretmeli. Hem evde hem dışarıda yapılacak bu ve buna benzer şeyler varken, hiç kimse depresyonu üzerinde fazla tutmasın...

Hepimizin hayatının Truman Burbank'in hayatına benzediği bu günlerde şiddet fotoğrafını yayınlayan basın kuruluşunun sadece öldürülen kadının ailesine karşı vicdani bir sorumluluğu vardır. Otosansür en kötü sansür şeklidir. Fotoğrafı yayınlamamak bu vahşeti önleyemeyecektir. Kaldıki biz; bu tür fotoğrafların yayınlanmasını değil, kadın cinayetlerini ve her türlü şiddeti önlemeliyiz.



Hiç yorum yok: