27 Ağustos 2012 Pazartesi

RÜYAMDA 27 AĞUSTOS "PORTRE"

           
         Elimde bir klasör, hızlı hızlı bilmediğim bir devlet dairesinin koridorlarında yürüyorum. İlgili bölümden içeri giriyor ve elimdeki klasörü bankonun arkasında oturan kadın görevliye veriyorum. Klasörü açan kadın görevli, sayfaları karıştırdıktan sonra hiçbir şey anlamamış edasıyla, beni bir üst memura yönlendiriyor. Memur, dosyaya baktıktan sonra bana dönüp;  "Bu yatağın önüne sandalye koyacaksınız ve onun üzerine de pantolonunuzu asarak çektiğiniz resmi buraya iliştireceksiniz" diyor.  Dediği gibi yapıyor ve dosyayı da alıp oradan ayrıldıktan sonra resimleri çekmiş ve dosyaya iliştirmiş olarak bir çantaya koyup geri dönüyorum. Döndüğümde geldiğim yerin İstanbul Yelken Kulübü olduğunu görüyorum. Görevliye elimdeki çantayı veriyorum. İçinden dosyayı çıkarmasını söylüyorum. Ben de bu arada denize girmek üzere soyunmaya başlıyorum. Çantanın içinde dosya olmadığını söyleyen görevli, içindeki rulo edilmiş kağıdı bana veriyor. Ruloyu açıp baktığımda bunun Dorian Gray'in portresi olduğunu görüyorum. Portrenin altında şu satırlar yazıyordu: "Portrenin sahibine ulaşmakta geciktiği her gün, onu meydana getiren çizgiler solup uçacak ve sonunda boş bir sayfa kalacaktır".

3 Ağustos 2012 Cuma

BİR GÜNLÜK SPONTANE YAZI !

            
             Yaşadığı çevrede tanık olduğu spontane olayları, yine spontane yazılarıyla olmayan okuyucularına aktarırken, bir de güzel yazabilse ve dediği anlaşılabilse gam yemeyeceğim. Dereden tepeden, oradan buradan, kökten gövdeden yazarken sanki biz de onunla birlikte aynı olayları yaşamışız ve biliyormuşuz gibi aktarmaya kalkınca yazı konusu "deli saçması" oluyor. Yaşadığı çevreyi kendi dilediği gibi oluşturmaya kalkanlar, kendi gibi düşünmeyen ve kendi gibi yaşamayanları soysuzlukla suçlayanlar, ülkesinin toplumsal gelişim tarihinden haberi olmayanlar ve yaşananları salt insanların seçimlerinde ve davranışlarında arayanlar, bin yıl önce ve daha öncesinden de çeşitli boylar altında geldiğimiz bu topraklarda yerleşik düzene geçene kadar ne kadar zaman geçtiğini bilmeyenler, Anadolu'nun bazı yörelerinde hâlâ konar göçerlerin olduğundan haberi olmayanlar, merak edip bulunduğu bölgede şu an itibariyle yerleşik olarak yaşayan insanların ne zamandan beri yerleşik düzene geçtiğini sormayanlar ve bu karakteristik yapının içinde kendisinin de olduğunu bilmeyecek kadar aymazlık içinde bulunanlar tabii ki, kendini de "soysuz" olarak adlandıracak ve bu yapılanmanın literatürde bulunmadığını söyleyecektir!
             Konu sıkıntısı çekerken, bu tür yazıların yazma isteğimi canlandırmalarına ve bana esin kaynağı olmalarına da ayrıca bayılıyorum.


Not: Bu yazı bir gün sonra kendi kendini yok edecektir.

2 Ağustos 2012 Perşembe

TARİHÎ GÜNCELLEME !



 Halûk'un Amentüsü

bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak,
kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.

yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim,
ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.

şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.

yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
ben buna tevrat'la, incil'le, kuran'la inandım.

tekmil insanlar kardeşi birbirinin... bir hayâl bu!
olsun, ben o hayâle de bin canla inandım.

insan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.

kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.

elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.

aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.

karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.

kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.

bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa... inandım.

                    *******
                     Ferdâ                          
Yarınlar senin; senin bu devrim, bu yenilik..
Her şey senin değil mi zaten?.. Sen, ey gençlik,
Ey umudun güzel yüzü, işte karşında aynan:
Temiz ve bulutsuz, ağaran bir gök,
Titreyen kucağını açmış, bekliyor.. Koş, çabuk!
Ey hayatın gülerek doğan sabahı, işte herkesin
Gözleri sende; sen ki hayatın umudusun,
Alnında yeni bir yıldız, hayır, bir güneş.
Doğ ufuklara, önünde şu sıkıntılı geçmiş
Sönsün sonsuza değin.
Bir daha yaşanmasın o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel yurdun var; şu gördüğün
Zümrüt bakışlı; inci gülüşlü kızcağız
Kimdir, bilir misin? Yurdun.. Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı yüze -Tanrı esirgesin-
Kötü bir gözle baksa, katlanabilir misin?
İster misin, şu ak sakalın temiz, görkemli,
Onurlu alnına, bir kirli el şöyle dursun,
Hatta yabancı bir el uzansın? Şu mezarı
Bırakır mısın, taşa tutsun bir serseri?
Elbette hayır; o mezar, o onurlu alın
Kutsal birer örneğidir yurdun.. Yurt çalışkan
İnsanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, yurdun bütün umudu şimdi sizdedir.
Her şey sizin, yurt da sizin, şeref de sizin;
Ama unutmayın ki zaman ağır, güvenli,
Sessiz adımlarla arkamızdan gelir.
Önden koşan, ama dikkatle her izi
İncelemeye yol bulan bu şaşmaz izleyici
Paylayıp utandırırsa bizi, yazık! Demin
’’Yarınlar senin’’, dedim, beni alkışladın; hayır,
Bir şey senin değil, sana yarın emanettir;
Her şey emanettir sana, ey genç, unutma:
Senden de hesap sorar, yakınır gelecek.
Geçmişe şimdi sen ibretle bakıyorsun,
Gelecek de senden böyle kuşkulanacak.
Her organı ihtiyaç kasırgasıyla sarsılan
Bir kuşağın oğlusun; bunu arasıra anımsa.
Unutma; çağın şimşeklerin bollaştığı çağdır:
Her yıldırımda bir gece, bir gölge yıkılır,
Bir yükseliş ufku açılır, yükselir yaşamak;
Yükselmeyen düşer: ya ilerlemek, ya yıkılmak!
Yükselmeli, dokunmalı alnın göklere;
Doymaz insan denilen kuş yükselmelere...

Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!


  Tevfik Fikret
 

1 Ağustos 2012 Çarşamba

OLMAZ BU !

film_stills: Hiroshima mon amour [Alain Resnais, 1959]

Yaşamak bu günleri, bu geceleri bu sensiz
Bu silik gecelerde yitik...
Ya sen ol yitik, ya ben
Gitti-gider, bunca mutlu, bunca bahar
Bu taze yeşil, bu umut, bak, gitti-gider!

Bu aşağılık ve korkunç yaşamalar,
Bu kapanık, bu yalancı, bu bitik
Nice söyleşmelerin bu tükenik yetersizliği
Bu aysız, bu sensiz, bu aşksız
Bu körolası, bu savruk, bu yöntemsiz yaşamalar...
Gel burda, burda, işte
İşte burda bir yüreğim var benim,
Acı, buruk, yüce, iyi,
Bu susuzluk yaşatmaz!

Bir-bir sanki, sanki söküldü bir-bir tırnaklarım
Sanki bu damarlarım bir-bir, sanki bir-bir kesildi
Kansızım şimdi, güçsüzüm, sensizim...

Bir benle yetmez bu yaşamalar!
Sonra bu soğukluk, sonra bu sonuçsuzluk
Sonra bu bitmeyen kar,
Sonra bu  sonu gelmez hayınlıklar...
Olmaz bu, bu, bu olmaz deme bu!


Sunullah Arısoy

Fotoğraf: Hiroshima mon amour filminden bir kare.